5 Ekim 2014 tarihindeki buluşmamız için seçtiğimiz kitap Aslı Biçen’in “Tehdit Mektupları”ydı. Sosyal medyadan da duyurduğumuz üzere, bu seferki buluşmamız takipçilerimizin de katılımına açıktı. Bayram da olsa, buluşmamıza gelerek keyifli sohbetleriyle güzel bir akşam geçirmemize vesile olan takipçilerimiz Sevin Turan ve Dilek Tuna’ya çok teşekkür ederiz. İşte Taksim Kafe Kafka’da gerçekleştirdiğimiz buluşmamızdan notlar…

Öncelikle, ekipteki herkes eseri beğenmişti. “Mektup- Roman” diyebileceğimiz tarzda yazılmış kitap, roman karakterlerinin birbirlerine yazdığı mektuplar, bir başka karakterimizin günlükleri ve mahkeme tutanaklarından oluşuyor. Kısımlar arası geçişler de başarılı bir biçimde kurgulanmış. Romanın dili oldukça sade, anlatılar epeyce dokunaklı ve duyguların arasına sıkıştırılmış düzene dair düşünceler de gerçekten yerinde ve çoğu zaman da vurucu… Kısacası, “Tehdit Mektupları” alınıp okunması gereken, harcayacağınız her bir dakikanın hakkını verecek bir roman.

Tabii ki kitabı sadece övmedik. Üzerinde uzun uzadıya sohbet ettiğimiz bazı konular da vardı. Onlardan bir tanesi de, “katil”in kim olduğuydu. Bu konuda farklı fikirler ortaya atıldı. Ancak kitabın teması aslında “katil kim?” olmadığından ve kitabı okumak isteyeceklerin de kafasını bulandırmak istemediğimizden bu konuyu bu yazıda çokça irdelemeyeceğiz.
Bir başka meselemiz de, romanın Türk Edebiyatı’ndaki yeriydi. Olayların geçtiği periyod 1977 ve 1982 yılları arası, yani kısaca darbe öncesi ve sonrası dönem… Konu itibariyle de çıkış noktası “siyasi suç.” Ancak tüm bu zamansal ve olaysal siyasiliğine rağmen, hiçbirimiz Tehdit Mektupları’nı “darbe edebiyatı” içinde konumlandıramadık. Roman bize göre, büyük toplumsal söylemlerden daha ziyade, tekil hayatlar ve bu tekil hayatların deneyimlediği aşk, pişmanlık ve nefret gibi duyguların daha ağır bastığı- ancak arka planın siyasal düzlem olduğu- bir eser. Tabii ki, siyasal/toplumsal ve kişisel/duygusalın çoğu zaman birbirinden ayrı olamayacak iki alan olduğunun da farkındayız. Ancak burada demek istediğimiz sadece, romandan sonra “ağızda kalan tadın” siyasal bir bakış açısından ziyade çoğunlukla Cihan’ın aşkı ve Bahaddin’in yaşamı olduğudur. Romanda toplumu en çok hissettiğimiz kişi ve alan ise, Ülkü ve yaşamıydı.
Sanırım grupça üzerinde mutabık kaldığımız bir diğer konu da, bu kadının toplumun dün de bugün de çoğunluğunu oluşturan bir söyleme sahip olduğu ve bu söylemin bizi epeyce sinirlendirdiğiydi: Ataerkil sisteme karşı çıkmadığı gibi onu sahiplenmesi ve koyu milliyetçi ve tarafsız olmayan bir bakış açısıyla adalet sisteminde “savcı” konumunda bulunması… Yalnız şunu da belirtmekte fayda var: Etrafımız Ülkü gibilerle çevrili olsa da, biz kendisinin günlüklerde biraz fazlaca karikatürize edildiğini düşünüyoruz.

Eleştirilerimize rağmen kitabı çok beğendiğimizi tekrardan belirtelim ve gelelim olmazsa olmaz yorumlarımıza:
Hazal: Kafam çok karışık, hangisine üzülsem bilemedim.
Burcu: Allah cezanı versin Ülkü. Sözüm sana değil, temsil ettiğin sisteme.
Gözde: Sanırım Cihan’a aşık oldum.
Merve: Her tür temas iz bırakır.
Sevin: Ben ikna olmadım.
Dilek: Kitabı okurken kendimi camdaki kedi gibi hissettim.
Bitirirken not: 9 Kasım 2014‘te gerçekleştireceğimiz bir sonraki buluşmamız, Seray Şahiner’in Antabus adlı kitabı üzerine olacak. Mekan, saat vb. bilgileri
https://www.facebook.com/bgnmynkmsn https://twitter.com/bgnmynkmsn
üzerinden takip edebilirsiniz. Kitabı okuyanları bekleriz efendim. Hepinize iyi bayramlar!
begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası
Permalink