Beğenmeyen Okumasın ekibi ve takipçileri olarak Mart ayında Murat Menteş ile biraraya geldik. Buluşma için seçtiğimiz kitap Dublörün Dilemması idi. Tabii ki diğer kitaplara, yazılara da değinmeden geçmedik. Yazımıza geçmeden önce, buluşmaya iştirak eden edebiyat severlere teşekkür ediyoruz.
Türk Edebiyatı’na yeni bir soluk getiren, farklı diliyle kendi tarzını oluşturan Menteş’in sohbet sırasında üzerinde durduğu konulardan biri, edebiyatın bizi taassuptan kurtarmasıydı. Menteş, roman sayesinde geçmişle geleceğe bir bütün olarak bakmanın gereğini kavradığımızı ve önyargıların yanıltıcı niteliğini keşfettiğimizi söylüyor.
Roman karakterlerinin geçirdiği değişimin, bize insanları yaftalama fikrinden uzaklaştıran bir fonksiyonu olduğunu belirtiyor.
Gündelik yaşam içinde, diğer insanların hayatlarına dair gerçekleri bilmeden, kolayca yargılarda bulunurken, romanlardan aldığımız bilgi sayesinde, peşin hüküm vermekten vazgeçebileceğimiz yorumuna katılmadan edemedik.
Murat Menteş’in “Romanı, saatte 300 km. gidebilen bir spor araba gibi tasarlıyorum. Dileyen okur yavaş yol alabilir, fakat hızlı okunmaya elverişli bir anlatımı benimsiyorum” şeklinde ifade ettiği yazım tarzı sohbetin eksenini oluşturdu: “Tanpınar veya Hugo gibi yazarlar, kendi çağlarının, belki de, romanın daha üstün tutulduğu dönemlerin koşulları içinde yazıyorlardı. Bugün ise bilgi üretme ve iletme hızının belirleyici olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu hız, yeni bir üslup gerektiriyor. Okur ile yazarın konumları, ilişkisi de farklılaştı. 19. yüzyılda roman okumaya ayırılan süre, 21. yüzyılda epey azaldı. Üstelik, roman ve romancı sayısı da katbekat arttı. Okur sayısının arttığı da doğru. Buna karşılık, insan ömrüne sığdırılabilecek kitap sayısı, ömür nispeten uzamış olsa da, sınırlı. Romancı, okurun akıllı telefonlara, videolara, sinemaya, web sitelerine… harcadığı zamandan pay alabilmek için, yüksek düzeyde cazibe üretmek durumunda.”
Menteş’e göre “Günümüzde yazı, konuşmanın bir kaydı gibi görülüyor. Edebiyat da bu hatalı görüşten etkileniyor. Halbuki edebiyat dili, tıpkı felsefe dili, tıp dili, hukuk dili gibi bir ihtisas alanı olmalı.”
Milan Kundera’nın “Roman, romancıdan biraz daha zekidir” sözünü hatırlatan yazar, edebiyat kültürünün, yazmaya özgü imkanların, okur ve yazarı kendini aşmaya yönelttiğini belirtiyor.
Bir romanın konusu, elbette önemli. Fakat okullarda öğrencilere romanları özetletmek yerine, “Bu romanda sizi etkileyen cümleleri işaretleyin” demenin daha faydalı olacağını düşünüyor.
Yazarın yazım sürecini konuşurken kitaplarındaki enteresan anekdotlara da geldi tabii ki konu. Menteş, not etme alışkanlığı ile farklı bilgileri bir deftere yazdığını, bazılarını kitaplarda kullandığını ya da kitap için özel olarak araştırma yaptığını da belirtti.
Romanlarından olayları birden fazla karakterin ağzından anlatmasının nedenini ise şöyle açıkladı: “Hiçbirimiz, olayları aynı şekilde algılamıyor ve olup bitenden aynı ölçüde etkilenmiyoruz. 21. yüzyıl yazarı, okurun üstün zekalı, tecrübeli bir uzman olabileceği ihtimalini göz önünde tutmalı bence. Dolayısıyla, yazar, buyruklarla, yargılarla değil, mütevazı ifadelerle yazmalı. Okurla bir denklik ilişkisi kurmalı. Çok sayıda karakterin anlatması, hikayeye hem dinamizm kazandırıyor, hem de bir tevazu esintisi getiriyor.”
Biz, Murat Menteş’le yaptığımız bu söyleşiden çok keyif aldık açıkçası. Üstelik pek çok özel işi varken ve hatta hasta olmasına rağmen bizi kırmayıp geldiği için de kendisine tekrar teşekkür ediyoruz.
Bir sonraki buluşmamız Nisan’da Murat Uyurkulak ile olacak, ilgilenen herkesi bekliyoruz.
About begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası