“Biz Glenda’ya öylesine tutkunduk ki ona son bir dokunulmazlık, bir kusursuzluk sunacaktık. Yücelttiğimiz erişilmez doruklardan düşmesini engelleyecektik, tutkunları, sayıları hiç azalmadan ona tapmayı sürdürebileceklerdi; haçtan sağ inilmez ne de olsa.” (s.26)
Julio Cortazar’ı önceden okumayı ertelemiştim diye hatırlarken şimdi kitabı elime alıp okumaya başladığımda geçmişteki “ben”i çok ayıpladım. Hatta hakir gördüm. Cortazar Arjantin ve Fransız asıllı, Belçika doğumlu bir yazar. Arjantin’de eğitim görmüş, üniversitede Peron yönetimine karşı eylemlerde yer alınca hapse girmiş, ve sonra da üniversiteden ayrılmış. Cortazar aynı zamanda UNESCO’da, Paris’te çalışmış ve ünlü kitaplarını da burada yayımlamış. Hikayeleri birçok yazarı etkilemiş… bunların arasında Marquez ve Fuentes de var.

Marquez Cortazar’dan çok etkilenir, onu bir kafede görür ve Mırıldandığım Öyküler’in arka kapağından alıntılandığı üzere şöyle der: “büyüyüp adam olduğum zaman böyle bir yazar olmak istediğimi anlamıştım.” Cortazar ki Marquez’i etkilemiş bir yazar, Cortazar ki bir idealist ve solcu, Cortazar ki tılsımlı öykülerin yazarı… Ve ben onu okumak için neden bu kadar vakit bekledim?
Notos Dergisi Ağustos-Eylül sayısını Cortazar’a ayırmış. Orada Cortazar’ın bir yazısında yazarın nasıl olması gerektiğine dair bir söylemi beni çok etkiledi:
“Kabullenmeden seçmesi gerektiğini bilen; edebi, toplumsal ve dini gereklere boyun eğerek yola edilgen biçimde devam edilirse buna özgürlük denemeyeceği konusunda zihni berrak bir insan.”
“Glenda’ya Öyle Tutkunuz ki” isimli öyküsü beni mest etti. İngilizce çevirilerinde “We Love Glenda So Much” olarak geçen kitap ismini bu hikayeye borçlu. Ünlü bir aktristin gözden düşüşünden sonra bile hayranları tarafından türlü oyunlarla yüceltilişini ve o başarılı günlerindeki imgesinin zihinlerden silinmemesi için elinden geleni yapmalarını espritüel ve tatlı bir dille (gayet de ciddi bir tonla) anlatır Cortazar. Diğer hikayelerinde de ciddi mi yoksa şaka mı yapıyor bilemezsiniz. Bu bilemeyiş sizi başka bir boyuta taşır. Edebiyatın en güzel tarafı Cortazar tarafından ayağınıza kırmızı bir halı gibi serilmiştir: Rüyalarla gerçeklerin iç içe geçtiği bir boyutta yaşamak.
Bu hikayelerde her şey insanların birbirlerine görünmez bağlarının incelikleri ve bu bağların binbir çeşit olabilirliğiyle alakalıdır. Hikayelerinin konusu insanlar ve onların gündelik yaşamlarının içine sinmiş ve gizlenmiş korkular, hüzünler, tutkular ve meraklardır. Edebiyatın bir başka yönü gözlerinizin önünde parlamaktadır: Dokunamadığımız hayatlara ve insanlara dokunmak.
Üç bölüme ayrılan bu hikaye kitabındaki öykülerden “Örümcekli Uyku” ve “Gazete Kesikleri” de insanı merak içinde bırakır, derinden etkiler. Bir hikaye okuduğunuzda eğer “dur bir düşüneyim, bunu sindireyim, bir ayaklarım yere bassın da kendime geleyim” diyorsanız o hikaye yazarı işte sizin içinize işlemeyi bilmiştir. Cortazar okuduğumda da aynı hisse kapıldım.
Madrid’de kaldığım bir otel odasında bir çiftin 3-4 saat boyunca hararetli bir şekilde tartışmalarını bir yandan dinlemiş bir yandan da sunumumu hazırlamıştım. Gece de beni uyutmadılar. Ertesi gün yan taraftaki iki kadın muhabbetten ve kahkahadan beni sabah 5’te uyandırdı. İki gün boyunca uykum haram olmuştu ama hiç yalnız hissetmedim Madrid’de kendimi ve “Örümcekli Uyku” hikayesi işte bana bu halimi hatırlattı. Başkalarının hayatlarından kendi izole yaşamlarımızda bile uzak değiliz ve asla olmayacağız.
Yine çok etkilendiğim bir hikaye kitaba adını veren “Mırıldandığım Öyküler” oldu. Ordan bir alıntı yapayım size, sayfa 120’den: “Mırıldandığım öykülerin konuları belli değil, yalnız başrolde hep ben varım, kendini tuhaf, saçma sapan ya da tam tersine çok sarsıcı, abartılmış durumlarda gözünün önüne getiren Buenos Airesli bir Walter Mitty’yim, böylelikle öyküleri izleyenler de anlatıcının üslubundaki melodram havasını, bayağılığı da ince gülmeceyi de paylaşabiliyorlar.” Yazar ve ana karakter hep kendi kendine düşünür, bu düşünceleri sizinle büyük bir içtenlikle paylaşır. İçtenlik… Bir öyküde içtenlik ne kadar da etkileyicidir, anında ağrınıza son veren bir ağrıkesici gibi veya sizi bir anda güldürmeye başlayan o en sevdiğiniz insanın simasını görmek gibi.
Tomris Uyar gerçekten de bu çeviriyi döktürmüş… Yazarla aranızdaki o görünmez çeviri duvarını işte kaldığım bu otel odasının duvarı kadar ince kılmış. Beğenmemek gibi bir lüksünüz yok efendim, gerçek bir edebiyatsever ve hikayeseverseniz…
Kendisinin Türkçeye çevrilmiş kitaplarından bazıları şunlar: Seksek (YKY) ona dünyaca ün kazandırmıştır; Mırıldandığım Öyküler (Can) Tomris Uyar tarafından Türkçeye çevrilmiş, muhteşem bir öykü şöleni; Son Raunt (YKY) değişik bir roman denemesi -resimler, çizimlerle süslenmiş ve zenginleştirilmiş-; bir de şöyle bir kitabı var ki 1966’da filme de uyarlanmış “Cinayeti Gördüm” ismiyle Can Yayınları tarafından çevrilmiş…
sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.