Beğenmeyen Okumasın takipçileri için sevdiğimiz ve size gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğimiz kitap kafeleri derleyen bir seri yapmak istedik. Şimdilik İstanbul’da kitap okurken bir yandan güzel kahve içebileceğimiz ev ortamı mekânlarla başladık ama gün geçtikçe listemize yeni şehirler eklemeyi arzuluyoruz. İlk tavsiyemiz Minoa; aslında bu yazının aklımıza geliş sebebi. Bazı yerlerde Minoa Cafe & Bookstore olarak yazıyorlar ama mekânın çok sevgili sahipleri Petek ve Nazım Tokuz sadece Minoa yazmamı rica ettiler. Sebebini yazının devamında okuyacaksınız.
Petek Hanım ve Nazım Bey’i ziyaret etmem öncesi biraz araştırma yapmıştım. Doğan Hızlan’dan Ayşe Arman’a, Hürriyet Gazetesi’nden Cumhuriyet’e birçok yerde çıkmışlar. Ve bunların hepsi yazarların Minoa’yı tesadüf eseri görmesiyle olmuş. Benim için de öyle oldu. İki yıl her sabah işe giderken önünden geçip “ah şimdi burada kitap okumak vardı” dediğim mekâna ilk girişimi, iç tarafta en köşe masaya geçip kuruluşumu, o anki mutluluğumu tarif edebilecek tek yazar Tanpınar olurdu. Sonrasında mekân, kendime ayırdığım günlerde bir ritüel haline geldi. Birçok arkadaşımı kendisiyle tanıştırdım, kendi evim gibi dostlarımı orada ağırladım, hafta sonları oturup çalıştım.
İsminin nereden geldiğini merak edenler için Minoa, çağlar öncesinde yitip giden bir Akdeniz uygarlığı, Girit civarında olduğu söyleniyor. Akdeniz’in etkilerini, logosu da dâhil olmak üzere mekânın tüm köşelerinde hissediyorsunuz. Minoa’nın logosunu Banu Taylan dizayn etmiş. Ben ilk bakışta logonun eski Yunan parasına benzediğini söylemiştim ki sohbetimiz sırasında Petek Hanım beni uyardı. Güzellik her zamanki gibi detaylarda gizli. Bakmak yetmiyor, detaylara indikçe görmeye başlıyorsunuz; İstanbul izleri, Akdeniz simgeleri, kitap, modern insan. Zaten iki yıllarını sadece Minoa’nın hazırlık sürecine harcayan aileden bu güzellikler beklenirdi. Kartvizitlerini kitap ayracı olarak kullandığımı itiraf etmeliyim.
Akaretler’den Maçka’ya çıkarken Valide Çeşme gerisinde kalan kitap kafe, yan yolun üst köşesinde, üçgen, gri granit duvarlı ve hafif yol altında kalıyor. Bahar zamanı bahçe kısmında bana Atina’yı hatırlatan yasemin çiçekleri açıyor. Kapıdan girişinizde önce kitapçı tarafını görüyorsunuz, ahşap kitaplık duvarları çevreliyor. Kendinizi, İstanbul’da çok zor görebileceğiniz bir dünya kitabın arasına düşmüş buluyorsunuz. 7-8 bini İngilizce olmak üzere 30 bine yakın kitap ve kafe tarafında satın almadan da okuyabileceğiniz 2-3 bin kadar ikinci el kitap var. İlk gidişimde kendimi nasıl kaybettiysem kitaplarla dolu merdivenlerin yönlendirdiği alt katı sonraki ziyaretlerimde fark ettim. Çocuk kitapları bölümünü özellikle çocuğu olan okurlara tavsiye ederim. Alt katta ayrıca İstanbul kitabevlerinde çok da göremediğiniz çizgi romanlar bulunuyor. Defterler konusunda D&R, Kabalcı ya da Mephisto kadar iyiler.
Kitapçı kısmı araya çekilen tatlı reyonuyla ayrılıyor. Kafe duvarları da kitapçı bölümü gibi, okunmuş kitaplarla bezeli ahşap kütüphaneyle kaplı. İlk gidişimde oturduğum masanın arkasında Kumral Ada, Mavi Tuna’yı bulmuştum, ortaokul yıllarımın başında okuyup o dönem tesirinden çıkamadığım, en sevdiğim kitaplar arasındadır. Mekânın kafesi de çok başarılı, özellikle kahveleri. “Türk kahvesi içip kalkacağım” dediğim her sefer ziyaretim uzamıştır, bu zamanlarda çaylarını da tavsiye ederim.
Kendimi mekânın sahibi gibi hayal ettiğim doğrudur. Kendilerini kıskandığımı Petek Hanım’a söylediğimde çok içten gülümsemişti, sanki “bizim de istediğimiz bunu yaratmaktı” der gibi. Nazım Bey iç mimar ve amaçladıkları gibi mimari aileyi yansıtıyor. Öyle ki, bazı sandalyeleri evlerinden getirmişler, ziyaret ettikleri yerlerden topladıkları eşyaları kullanmışlar; kendi deyimleriyle “yaşanmışlık ve ev ortamını hissettirmek için”. Mutfak kısmındaki 10 kişiyle birlikte 22 kişi mekana emek veriyor. Tüm bunlarla birlikte bazı Cuma akşamları caz geceleri düzenliyorlarmış. Çocuk okuma etkinlikleri, mizah günleri, Pazar sabahları müzikli kahvaltıları da organize ediyorlar.
Başta da belirttiğim gibi, Minoa bir kitabevi ya da bir kafe değil, gerçekten kategori dışı. Petek Hanım ve Nazım Bey tevazuyla “biz kitapçı değiliz, bunun için on yılların deneyimi gerekir” diyorlar. Ama mekân klasik bir kitabevinden çok daha fazlası, bağımsız kitabevi konsepti diyebiliriz. Kitap seçerken konularına göre derliyorlar; özellikle tiyatro, şiir, düşünce yazısı, araştırma, mimari ve genç yazarlara yer vererek. Kitabevi çalışanları Mustafa, Nil, Muratcan ve Sıla gelen kitapları mutlaka okuyor. Bu sebeple müşterilerin sorularına o kadar hazırlıklılar ki uzmanı olduğunuz bir yazar hakkında “bu insanlar benden çok daha fazlasını biliyor” diyerek şaşırabiliyorsunuz.
Kısacası Minoa mimarisi, kokusu, hem kitabevi hem kafe bölümünde duvardan duvara ahşap kitaplığı, tatlı reyonu, Türk kahvesi, çeşit çeşit defterleri, yeğenim için çocuk kitapları, bahçede yasemin kokusu ile bir hayal evi, Hansel ve Gretel’in çikolata evine düşmüş gibi. Bugün bir mâniniz yoksa, aklınızın kenarında bulunsun…
Permalink