“Belki benim kağıt param, döne dolaşa senin cebine girmiştir?”
Bülent Ortaçgil’in en sevdiğim şarkısı Eylül Akşamı’ysa, Eylül Akşamı’nın en sevdiğim dizesi de bu. Hayat dediğimizin bir tesadüfler silsilesi, binlerce kesişim kümesinin toplamı, bir rastlantısallık; bu nedenle de hâlâ sürprizli, hâlâ umutlu, hâlâ yaşamaya değer olduğunu düşündürüyor bana.
Bir eylül akşamı okumaya başlayıp, başka bir eylül akşamı okumayı bitirdiğim Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi (BDEYYAKT olarak anacağız buradan sonra) de böyle bir kitap işte… Kim bilir kaç tane kesişim kümesinden oluşan bir uzun hikâye. Aslına bakılırsa 500 küsur sayfanın birinci sayfasında yaşananlarla, son sayfasındakiler arasında geçen süre taş çatlasın birkaç saat ama o birkaç saat içinde en az 200 yıl geriye gidiyor, adını bir türlü öğrenemediğimiz bir Karadeniz şehrinden İstanbul’a, Konya Meram’a, Bingöl’e, Chicago’ya, Paris’e, Las Vegas’a, İzmir’e, Marmaris’e ve daha kim bilir nerelere seyahat ediyoruz.
Bu zaman ve mekân zıplamaları esnasında karşılaştığımız herkes bir şekilde birbirleriyle bağlantılı. Onun annesi, bunun sevgilisi, şunun kuzeni, ötekinin askerlik arkadaşı, berikinin can düşmanı, daha berikinin komşusu BDEYYAKT’ın kahramanları.
Örneğin her şeyin başladığı ve bittiği Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin başhekimi Demir Demir’in eşi Sevim Hanım’a, Demir Bey’in Galatasaray Lisesi’nden yatakhane arkadaşı Erdem Bakırcıoğlu’nun hem eşi hem de üvey annesi olan Bedia Hanım tarafından hediye olarak gönderilen Meryem Ana ve Bebek İsa ikonasının (kitabın kapağında sağda görülebilir) hastanenin hademesi Kulaksız Ziya’nın büyük büyükannesi Alla tarafından muhtemelen Osmanlı-Rus Savaşı zamanında Odesa’dan bugünkü Türkiye topraklarına çeyiz sandığının dibinde geldiğini bir düşünün. Bunun üzerine ikonanın aradan geçen 160 yılda birçok kişinin elinden geçtiğini ve bu kişilerin her birinin öykülerini kitapta aslında hiç de alakası yokmuş gibi görünen anlarda okuduğumuzu da ekleyiverin. İşte size BDEYYAKT!
Zekâ dolu, kıpır kıpır, hiç sıkmayan bir hikâye…Ne bölümü var, ne de kısmı… Arada koşuyor, arada yürüyor belki ama sürekli hareket halinde. Benzer bir kurgu Barış Bıçakçı’nın Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’sinde vardı desem belki aydınlatıcı olur bir kısım kari için. Kimler, neler yok ki anlatılanlarda? Türkler, Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Aleviler, Sünniler, solcular, sağcılar, liberaller, muhafazakârlar, dinsizler, dindarlar, hafifmeşrepler, namuslular, eşcinseller, oğlancılar… Aşklar, kavgalar, düğünler, cenazeler, cinayetler, savaşlar, göçler, tehcirler… Say say bitmez, hatta mesela 2008’de değil de 2015’te yazılmış olsa BDEYYAKT, savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmış Suriyelileri de görürdük, “üç-beş ağaç” kesilmesin diye aylarca parklarda meydanlarda yatan çocukları da…
Okumaya niyetleneceklere tavsiyem: Sakın “Bu kimdi, bu insanı daha önce nerede görmüştük?” sorularına kaptırmayın kendinizi. Yolda bir tanıdık yüz görüp, “Ben bu adamı nereden tanıyordum?” diye kafayı yemek gibi olur, okuma zevkini yitirirsiniz bence. Bağlantıları, ilişkiler ağını kurmaya çalışmak koparır insanı hikâyeden. Bununla birlikte illa da bileyim kim kimdi derseniz, kitabın sonunda ufak bir dizin var yardımcı olabilecek. Yardımcı olabilecek bir diğer şey de ilk kez karşılaştığımız kişilerin adlarının koyu basılmış olması. Birbirinden komik sıfatlarıyla böyle bir isim gördüyseniz bilin ki yeni bir insanın öyküsü başlıyor.
Özetle hayat gibi bir kitap bu. Çoğu zaman komik tarafı ağır basıyor, okuyanı Ayfer Tunç’un zekâsına hayran bırakıyor.
Derken… Geldik asıl konumuza… BDEYYAKT bahane, Ayfer Tunç şahane dostlar! Tunç yazdıklarıyla çok geç tanıştığım, bir kez okuyunca da elimden bırakamadığım, çağımızın yerli edebiyatına damgasını 40 kere vursa yetmez bir yazar bence. Önce Dünya Ağrısı’yla başladım. Sonra Suzan Defter geldi. (Hatta ilk yazı planım da Suzan Defter üzerineydi. Sonra bir gün BDEYYAKT’tan bahsederken Hazal, “O kitabı yazarsan kahveler benden” deyince girdik bu yola, Allah utandırmasın.) Bu üçünün dışında Kapak Kızı ile Yeşil Peri Gecesi’ni de devirdim üç-dört gün gibi kısa bir zaman aralığında. (Şu anda da Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’i okuyorum ama o bambaşka bir janr olduğu için bu değerlendirmeye dahil etmek doğru olmaz.)
Genel olarak Tunç romanlarında yer alan hayattan bıkkın, kendisi de büyük hayallerini gerçekleştirememiş ama sırf gerçekleştirmiş olmak için hedef küçültenlere de yukarıdan bakan, hayatını değiştirme arzusuyla konformizm arasında paramparça olan şehirli insanları çok seviyorum. Kendime ve çevremdekilere de çok yakın buluyorum. BDEYYAKT’ta bu insanlar yoktu gerçi, o kadar derin değerlendiremedik karakterlerin büyük bir kısmını (Başhekim ve birkaç kişi hariç). O nedenle BDEYYAKT’a “tipik bir Ayfer Tunç romanı” demem ben. “Mutlaka okuyun” da demem çünkü herkesin harcı bir anlatı değil. Ama ben okuduğum için çok memnunum, keşke daha önce kesişseymiş yollarımız. Gerçi belki başka bir zamanda okusam bu kadar sevmeyebilirdim. Ne de olsa hayat 5N1K değişkenlerinin çeşitliliği, değil mi?
Sevin Turan
Dört yaşındayken bir gün kendi kendine okumayı söktüğünde önce inanamadılar, sonra önüne kitapları yığdılar. O gün bugündür bir şeyler okumadan geçirdiği bir gün bile olmadı.
//
Kitap hakkinda yorumlar ararken karsilastim sitenizle. Ilk kez Ayfer Tunc okuyorum. Ben kitaptan hic hazzetmedim. Insani özelliklerinden hic bahsetmeden karakterlerin iplerini pazara cikarmis sadece. Ve okuyucuya dusunmek icin firsat vermeden yazmis. Cabuk okuyalim, cabuk tuketelim, sadece ani yasayalim gibi, gunumuz dunyasina cok uygun. Sen bjr cekil aradan yazar biz kitabi okuyalim diyor insan. Surekli ne dusunmemiz gerektigini soyluyor satir aralarinda. Bu kadar cok karakter var ama hic yorulmuyoruz okurken, dusunmuyoruz, karakterler bir kukla gibi sahneye cikip kayboluyorlar. Bunlar insan mi. Yoksa ipleri yazarin elinde olan kuklalar mi anlamiyoruz. Bunca seyi “neden” yapiyorlar ve aslinda “ne hissediyorlar” hic anlamiyoruz. Hayal kirikligi oldu benim icin. Yani insanlar bu kadar yuzeysel olamazlar, illa bir duygu kirintisi, bir seri katilin bile bir insani yani vardir. Edebiyat da bunu gorebilirse edebiyat olur.
//
Merhaba,
Zaman ayırıp yorum yazdığınız için çok teşekkürler, geç cevap için de özürler…
Öncelikle şunu söyleyeyim: Bu kitap Ayfer Tunç külliyatının genelinden çok farklı. Okuduğunuz kitaplarda karakterlerin kalbini, zihnini bütün derinliğiyle okumak gibi bir beklentiniz varsa, Tunç’un diğer kitaplarına (Yazı Tura, Suzan Defter, Yeşil Peri Gecesi, Dünya Ağrısı olabilir) bir şans vermenizi tavsiye ederim. Çünkü Ayfer Tunç aslında genellikle tam olarak sizin beklediğiniz ve istediğiniz tarzda romanlar yazıyor.
BDEYYAKT’ye gelirsek, burada bence yazar bize hayattaki ilişkilerin ne kadar karmaşık bir ağ olduğunu anlatmak istiyor. Karakterleri tanımamız ya da onların yaptıkları şeyleri hangi gerekçelerle yaptığını bilmemiz gibi bir çabası yok (olsa bunu çok büyük bir başarıyla yapabileceğine inanıyorum). Derdi şunu düşündürmek: Öyle bir hayat yaşıyoruz ki herkes birbiriyle akraba, herkes birbiriyle ilişkili. Attığım bir adımın yüzlerce yıl sonra yaratacağı bir sonuç olabilir. Bugün nefret ettiğim birinin dedesinin dedesi zamanında ninemin ninesinin onu kıyımdan kurtarmış kapı komşusu olabilir. O halde neden nefret edeyim ki ben bu insandan?
Dediğim gibi, herkesin tarzı bir kitap olmayabilir. Diğer Ayfer Tunç romanlarının sizi daha çok mutlu edeceğine eminim.
Sevgiler…