“Ne de olsa bugüne kadar hiçbir totaliter rejim gökyüzünü hapsedemedi…”
Hepimizin hayatında olduÄŸu gibi benim de hayatımda rol model aldığım kiÅŸiler vardır. Bunların başında bütün eÄŸitim hayatım boyunca derslerine gitmek için can attığım, okumalarını, ödevlerini büyük bir ÅŸevkle yapmaya çalıştığım öğretmenlerim gelir. Günün birinde onlar gibi olabilme ihtimalim ve onların benim hayatımda bıraktıkları izleri benim gibi öğrenciler üzerinde bırakabilme ihtimalim hayatımın kilit noktalarında aldığım kararlarda hep etkili olmuÅŸtur. Öğretmenlerim dışında zorluklarla mücadele eden, hayata sıkı sıkıya tutunan, yaÅŸama azmini hiçbir zaman kaybetmeyen, baÅŸkalarının hayatlarını olumlu yönde deÄŸiÅŸtirmeye çalışan kiÅŸileri de büyük bir takdirle izlemeye çalışırım. Bu kiÅŸilerin baÅŸarılarını takdir ederken ortaokul yıllarımda çok sevdiÄŸim bir öğretmenimin hiç unutmadığım bir lafı gelir aklıma hep: “Siz alan el deÄŸil veren el olun!” Åžafak Pavey de kuÅŸkusuz hayat hikayesiyle, baÅŸarılarıyla, toplumsal sorumluluk faaliyetleriyle, milletvekili olarak çalışmalarıyla veren el olabilmeyi baÅŸaran nadir kiÅŸilerden biri. İşte Pavey’in Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir adlı eserini böyle duygular içinde okumaya karar verdim. Bu aynı zamanda Pavey’in İran’daki mülteci çocuklarla çektiÄŸi filmin de adı.
Pavey 2011 yılında Kırmızı yayınları tarafından basılan bu kitabını ÅŸu ÅŸekilde tanımlıyor: “Kendi çaresizlikleriyle yola çıkmış genç bir insani yardım görevlisinin, görev yaptığı ülkenin çaresizlikleri ile baÅŸ etme hikayesini unutulmaması için yazıldı” (10). Yazarın İran’da yaÅŸadıklarını, ülkedeki deneyimlerini, rejime, kadın haklarına, sansüre, baskıya yönelik paylaşımlarını büyük bir heyecanla ve bir yandan da ülkemin içinden geçtiÄŸi son durumlar ışığında okudum. Bir yandan İran rejiminin otoriter yapısını çarpıcı örneklerle daha net bir biçimde anlama imkanı bulurken öte yandan kaygıyla her gün gittikçe otoriterleÅŸen ülkemi düşündüm. Bizim için en temel hakların her gün gittikçe nasıl elimizden kaydığını gözlemlerken yakın gelecekte daha neleri kaybedebileceÄŸimiz ihtimalini korkuyla düşündüm. Twitter’a, youtube’a eriÅŸimin yasaklandığı, protestolara katılan gençlerin polis ÅŸiddetiyle hayatlarını kaybederken, ailelerine tek bir özür dahi dilenmediÄŸi ülkemin İranlaÅŸma ihtimali beni dehÅŸete düşürdü. Pavey’in mecliste yaptığı önemli konuÅŸmalardan bir tanesi de aslında bu süreci çok güzel bir biçimde yansıtıyor.
ÖrneÄŸin, bizim için en temel haklar olarak algılanan bisiklete binmek, motosiklet kullanmak ya da stadyumda maç seyretmek gibi faaliyetlerin İran’daki hemcinslerimiz için yasaktı. İlk kez Roma tatilinde motosiklet kullanma fırsatına eriÅŸen arkadaşı Mitra’nın rüzgardan kulaklarındaki küpelerinin sallandığını hissetmesi ve bundan duyduÄŸu hayreti Pavey’e aktarmasını okurken bir an korkuyla kendimi Mitra’nın yerine koydum.
“Mitra devrim çocuÄŸuydu. İran onun için mollalarla baÅŸlıyordu. Ondan rüzgarda küpelerinin sallanmasına duyduÄŸu hayreti dinlerken gözlerim doldu. Bizim aklımıza rüzgarda küpelerimizin savrulmasına ÅŸaşırmak hiçbir zaman gelmezdi ya da saçlarımızı savuran rüzgarın özgürlük olduÄŸunu hayal etmek.” (35)
İran İslam Cumhuriyeti kurulduÄŸundan bu yana stadyuma girememiÅŸ kadın taraftarların 2005 yılında stada girmek için verdikleri mücadeleyi ve zaferlerini yüzümde büyük bir tebessimle okudum. “Kolay olmamıştı, İslami Cumhuriyetin kuruluÅŸundan beri yani 26 senedir stadyuma girememiÅŸ, yok sayılmış kadın futbol taraftarlarının 2005’teki tarihi zaferi. Devrim muhafızlarından dayak yediler, bazılarının bacakları kırıldı, girmeyi baÅŸaramadı. İranlı kadınların İslam Cumhuriyeti tarihindeki ilk gerçek zaferiydi.” (52)
Pavey kitabının bir bölümünde arkadaşı Mitra’nın Tüklere kendilerini geçtikleri için derinden içerlediklerinden bahsediyor. “Arkadaşım Mitra, İranlıların Türkleri deÄŸil Türkiye’yi sevdiklerini düşünüyordu. Çünkü yaÅŸadıkları bir gıdım özgürlüğü de Rıza Åžahla Atatürk arasında yapılmış süresiz anlaÅŸmaya borçlu olduklarını bilir, minnet duyarlardı. Bu anlaÅŸma sayesinde vizesiz olarak Türkiye’ye kaçabiliyor ve bir nefes alıp yeniden ülkelerine dönebiliyorlardı. Türklere ise derinden içerliyorlardı: kendilerini geçtikleri için.” (76) Bu algı ÅŸu an için ne kadar doÄŸru olur bilemiyorum ama yazımı da olumsuz bir ruh haliyle bitirmek istemiyorum. Ülkemde deÄŸiÅŸimin mümkün olduÄŸuna dair inancımı ve demokrasiye olan inancımı asla kaybetmiyorum. Kaybetmek istemiyorum.Yazımı Pavey’in Gezi Parkı sürecinde hayatlarını kaybeden gençlerin anneleriyle hazırladığı kısa belgeselle bitiriyorum. “Nereye gidersem gideyim, gökyüzü benim. Eh, bununla da mutlu olmak gerek, ne de olsa bugüne kadar hiçbir totaliter rejim gökyüzünü hapsedemedi…” (188), diyor Pavey. Ülkemizde bundan daha fazlasıyla mutlu olacağımıza dair inancımızı kaybetmememiz dileÄŸiyle!
begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası