New York’taki Columbia Üniversitesi’nde İran Çalışmaları ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde çalışan profesör Hamid Dabashi 1951 yılında İran’da doğdu. Dabashi ilk okulu doğduğu şehir Ahvaz’da üniversiteyi ise Tahran’da okudu. Daha sonra Amerika’ya taşınıp doktorasını Pensilvanya Üniversitesi’de İslami Çalışmalar ve Kültür Sosyolojisi alanında 1984 yılında tamamladı. Harvard Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yürüten Dabashi, Harvard’dan Columbia Üniversitesi’nin en eski ve prestijli kürsülerinden biri olan İran Çalışmaları ve Karşılaştırmalı Edebiyat bölümüne geçti. Prof. Hamid Dabashi yirmiyi aşkın kitap yazdı. Dünya çapında ünlü dergilerde sanat felsefesi, dünya sineması, karşılaştırmalı edebiyat, ortaçağ ve modern çağda İslam ve İran üzerine yüzden fazla makale yazan akademisyenin çalışmaları çeşitli ödüller aldı ve farklı dillere çevrildi. Prof. Dabashi aynı zamanda Karşılaştırmalı Edebiyat ve Toplum Enstitüsü’nün ve Columbia Üniversitesi’ndeki Filistin Çalışmaları Merkezi’nin kurucularından biri. Savaş karşıtı bir aktivist olan Dabashi güncel konular üzerine gazete yazıları da yazmaya devam ediyor. Keyifli okumalar!
Biri size mesleğinizi sorduğu zaman nasıl cevap veriyorsunuz?
Sorun çıkartmayı öğrettiğimi söylüyorum. Zaten Orta Doğu, Asya ve Afrika Çalışmaları bölümünde İran kültürünü, İslam’ın sosyal ve entelektüel tarihini, karşılaştırmalı edebiyat perspektifinden dünya sinemasını öğrettiğimi söylesem sanırım ki kimse ne yaptığımı tam olarak anlayamaz. Sorun çıkarma cevabı eksiksiz şekilde ne yaptığımı anlatıyor.
Şu sıralar ne okuyorsunuz?
Genellikle Facebook. Facebook’a ek olarak Emmanuel Levinas’ın Bütünlük ve Sonsuzluk’unu okuyorum. Aslında bu kitabı Facebook haber kaynağını okuduğum gibi okuyorum. Bu, daha iyi anlamamı sağlıyor. Felsefeyi hep kurgu gibi okumuşumdur. Zaten roman okumayı çok uzun zaman önce bıraktım. Amerika’da yorum bilim üzerine lisansüstü çalışmalar yaptığım dönem roman okumaya son verdim. Birkaç yıl önce bir film festivalinin jüri üyesi olarak St. Petersburg’a gitmiştim. Rus bir meslektaşımla Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’yı kaleme aldığı evi gezmeye gittik. 11 yaşındayken bu muhteşem eserin Farsça çevirisini ilk kez okuduğum zamanları anımsadım. Şimdi ise gençliğimde Dostoyevski ya da Turgenyev’i okuduğum gibi Facebook’u ve beğendiğim felsefe kitaplarını okuyorum.
Çocukluğunuzu düşündüğünüzde hangi kitaplar aklınıza geliyor?
Aklıma bir kitap gelmiyor. Ben sözlü gelenekten geliyorum. Bu sebeple aklıma annemin kalbinde hissederek anlattığı hikâyeler geliyor. Kendisi okuma-yazma bilmiyordu. Ama gördüğüm en kültürlü insanlardan bir tanesiydi. O ve büyük annem harika hikâye anlatıcılarıydı. Bu sebeple çocuğunu kucağına alıp kitap okuyan anne figürü bana uzun yıllar çok garip geldi. Benim için hikâyeler okunmaz, anlatılırdı. Annem işçi sınıfı bir ailenin ilk kız çocuğuydu. Çok küçük bir kasabadan ilk kez büyük bir şehre gelmişti. Ailenin büyük şehir korkusundan dolayı annem okula gönderilmemişti. Ama kardeşleri, tüm teyzelerim annemin aksine okula gitmişti. Bu sebeple teyzelerimin hepsi entelektüel kadınlar olarak burjuva adamlarla evlenirken annem İran demir yollarında çalışan işçi babamla hayatını birleştirmiş. Annem, burjuva kardeşlerinin ve onların yakışıklı kocalarının aksine yazılı kelimelerle kısıtlanmayan harika bir hikâye anlatma yeteneğine sahipti. Çocukluğumun şiirsel hayal gücü annemin bu yeteneği sebebi ile istisnai şekilde renkliydi.
Çocukken büyüdüğünüzde ne olmayı istiyordunuz?
Barmen. İran’ın güneyindeki Ahvaz şehrinde Rus votkası, yerel biralar ve harika yöresel tatlar servis eden Ermeni barmenler vardı. Hepsi de muhabbet etmek konusunda çok yetenekliydi. Benim çocuk ve gençken içki içmem yasaktı. Fakat arkadaşlarıyla bara giden abimin peşine takılırdım. Bu ortamı çok severdim; temizliğini, Ermeni barmenlerini, bu barmenlerin Farsça konuşurken kullandıkları aksanı ve tabii ki her şey hakkında konuşabilme yeteneklerini. Bir anlamda, yazın hayatımda bu Ermeni barmenlerin yürekliliğine ve hikâye anlatma yeteneklerine ulaşmaya çalıştım diyebilirim. Özetle, dindar Şii annem ve Ermeni barmenlerimiz hayatımın ilham kaynağı oldu.
Felsefeye ne zaman âşık oldunuz?
Platon’un Devlet’inde Thrasymachus karakteriyle ilk tanıştığımda. Benim için Thrasymachus Avrupa felsefesine daha başladığı anda noktayı koymuştur; Sokrates’in adaleti pervasızca felsefileştirmesini delip geçmiştir. Bugüne kadar benim felsefi kahramanım Thrasymachus olmuştur.
Okul çağındaki Hamid Dabashi, bugünkü Hamid Dabashi hakkında ne söylerdi?
Ne garip bir adam? Sana ne oldu?
Felsefe okumaya başlayacaklara hangi kitapları önerirsiniz?
Platon’un Devlet’ini. Thrasymachus’un ortaya çıktığı birinci kitabı. Ona ne olduğunu her zaman kendinize sorun. Benim için Yunan ve daha sonraki Avrupa felsefesinin tarihi Thrasymachus’un ortadan kaybolmasının tarihidir. Bu büyük adamdan sonra felsefe neden devam etti ki? Bugün Avrupa felsefesinin post-modern, post-yapısalcı ve post-kolonyal krizi bence Thrasymachus’un geri dönüşü ile ilgilidir.
Size ilham vermeye devam eden üç filozofu sorsak ne dersiniz?
Hayyam, Kierkegaard ve Nietzsche derim. Çünkü bu üçü bana nasıl güleceğimi, felsefeyi neden çok da ciddiye almamam gerektiğini, yani aslında roman gibi okumam gerektiğini ve felsefeyle oyun oynamayı öğretti. Yakın bir zamanda Avrupalı Olmayanlar Düşünebilir mi? diye bir kitap yayımladım. Kitabın giriş kısmına “Avrupalılar Okuyabilir mi?” adını verdim. Kitap epeyce popüler oldu ve farklı dillere çevrildi. Kitap için yazılan eleştirileri okuduğumda gülümsedim. Çok ciddi insanlar benim felsefi mutluluğumun altında yatan kişiyi, Nietzsche’yi görmeyi başaramamıştı. Kitapta da dediğim gibi benim için Avrupa-fobi, Avrupa merkezciliğin en kötü halidir. Kitapta Kierkegaard, Nietzsche ve Hayyam’a hürmetlerimi sunarken Avrupa felsefesinden gelen köklerimi de kabul ettim.
Arkadaş ve ailenize hangi kitapları tavsiye ediyorsunuz?
Celaleddin Rumi’den Mesnevi’yi. Fakat tabii ki sözde dini entelektüellerin internette yaşlı ve yorgun hayranlarına kötü bir biçimde sayıp döktükleri gibi okunması için değil. Ben onu Rumi’nin Şems’e duyduğu aşk için yazdığı bir metin olarak okuyorum. Mesnevi fevkalade bir aşk mektubudur aslında, metafizik bir inceleme değil. Farsça okuyamayanlar için Jawid Mojaddedi tarafından yapılan harika yeni bir İngilizce çevirisi var.
Okumanın önemli olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır. Yazmak daha önemli. Şöyle ki ne zaman yazmaya başlasak daha çok okuruz. Yazmak ise sadece yayın için yapılan bir eylem değildir. Ben öğrencilerime her zaman okuduğunuzdan daha çok düşünün, yazdığınızdan daha çok okuyun, yayınladığınızdan daha çok yazın derim. Yani okumanın can alıcı noktası yazmaktır. Bizi okumaya demirler.
Son altı ayda okuduğunuz en iyi kitap hangisiydi?
Filistinli düşünür Isma’il Nashef tarafından yazılan Tufulah Huzayran (Haziran Çocuğu). (Haziran) 1967 Savaşı’nın Arap dünyasında yarattığı hâlâ çözülememiş bazı travmaları çocuk edebiyatı üzerinden ortaya koyan bir eser. Yetişkinlerin mağlubiyet hissini çocuklara ne şekilde yansıttıklarıyla ilgili. Gerçekten de Nashef’in siyaseti insani bir gelenekle ele almasına hayran kaldım. Keşke birileri bu kitabı İngilizce’ye tercüme etse.
E-kitap tercih ediyor musunuz?
Hayır. E-kitap okuyamıyorum. Garip ve sahte geliyor. Telefondan Facebook’ta yazan şeyleri okuyorum, kitapları değil. Yani bütünüyle bir Gutenbergçiyim. Kitapla aramda dokunsal, fiziksel, duygusal bir ilişki var. Şunu düşünün: Yatağa kitapla gideriz, kitap okurken uyuyakaldığımız zamanlar en mutlu anlarımızdır ve uykunun eşiğinde ya da yorgun olsak da onları zarifçe komodine koyarız!
Okuyan herkesin yararlanabileceği bir kitap ismi verip nedenini de açıklayabilir misiniz?
Firdevsi’nin yazdığı Şahname. Okuyanın zaman ve anlatı ile ilgili kavrayışını değiştirecektir. Hikâye bütünüyle süper kahramanlar ve süper-kötülerle dolu. Öyle ki, Marvel’in süper kahramanları Şahname‘nin süper kahramanlarının yanında süt dökmüş kedi gibi kalır. Fakat onu istisnai yapan asıl şey efsaneyi, kahramanlığı ve tarihi birleştiren hikâyeleridir.
Hayatınızda en büyük etkiyi yapmış kitap hangisidir?
Şüphesiz Kur’an. Çünkü tamamen anlamış değilim. Kafanızdaki yazarlık, okurluk, ahlak, dolaylı yoldan konuşma, doğru, mantık ve vahiy kavrayışını değiştiriyor. Ne zaman tekrardan okusanız size yeni bir şey sunuyor. O yüzden Müslümanlar tarafından mucize olarak adlandırılması tesadüfi değil. Kur’an aynı anda mutlu, korkutucu, neşeli ve heybetli bir kitap. Allah size bir şeyler vaat ediyor, sizi korkutuyor, sonrasında da öpüp sarıyor. Kur’an, Allah’ın hikâyeler anlatabildiğini unutan yaşlı sakallı ulemanın ellerinde harcanıyor.
Seneye hangi kitapları okumayı planlıyorsunuz?
Donald Trump’ın yargılanıp görevinden alındığını anlatan bir kitabı!
Bir otobiyografi yazacak olsanız adını ne koyardınız?
Bay Hamid Dabashi’nin Hayatı ve Düşünceleri.