Bu yazı –her şeyden önce- yazara duyulan aşk ve esere saygıyla başlamalı.
Son iki yazdır, kütüphanemdeki kitapları tekrar okuma hevesindeyim. Yaş aldıkça çıkarılan anlam da, gözün gördüğü de farklılaşıyor. O yüzden “10 yılda bir kitapları tekrar okuyun” akımına kapıldım. Kürk Mantolu Madonna, Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve son olarak raftaki dördüncü sırada beni bekleyen Kuyucaklı Yusuf’u elime aldım. Gözümün bu esere kayması ve kitabı bitirdiğim gün gördüğüm dergi kapağındaki yazı eminim tesadüf değildi. O gün “Kuyucaklı Yusuf 80 yaşında”ydı ve ben Yusuf’un sonuna ağlıyordum.
Öncelikle, Sabahattin Ali’yi sadece Kürk Mantolu Madonna’yla tanıyorsanız çok eksiksiniz. Çünkü kurgusu, edebi dili, karakter zenginliği, betimleri ve güçlü mesajıyla Kuyucaklı Yusuf, Türk edebiyat tarihindeki en önemli “eser”lerdendir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Ortaöğretim Öğrencileri İçin 100 Temel Eser” listesinde yer alması bu sebeple sevindirici.
1931 yılında yazılan eserin ilk kopyasını 1937 yılında “Yeni Kitapçı” çıkarmış. Çeşitli kitabevlerinin baskılarından sonra, 99 yılından bu yana Yapı Kredi Yayınları (YKY) eseri yayımlıyor. 220 sayfa uzunluğundaki kitabın kapak tasarımı Nahide Dikel tarafından yapılmış.
Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum’unda böyle hissetmiştim; ilk 10 dakikada kurgunun içine girip dağılmak gibi bir his. Aydın’ın Kuyucak köyünde yaşarken, ailesi gözünün önünde öldürülen dokuz yaşındaki Yusuf’un saflığı, soğukkanlılığı, dirayeti, koca gönüllüğüyle başlar eser. Nazilli Kaymakamı Selahattin Bey olay yerinde Yusuf’u bulur ve onu evlatlık alarak evine götürür. Böylelikle Yusuf, Kuyucak’tan Edremit’e göçer. Selahattin Bey, eşi Şahende Hanım ve kızları Muazzez’le yaşamaya başlar.
Eser, şehre alışamayan Yusuf’un yabanlığı, hırçınlığı, özlemi, kimsesizliği, tutunamayışı üzerinedir. Yusuf okula başlar ama devam edemez, devlet memuru olarak çalışmaya zorlanır ama uyum sağlayamaz. Hep bir ait olamama halindedir. Sadece Muazzez’le kardeşliği ve sonrasında ona duyduğu aşk bu kimsesizlik duygusunu alt eder. Fakat sonunda aşk da düzene galip gelemez.
Romantiktir Kuyucaklı Yusuf, naiftir; saf aşkı, sadakatin önemini, arkadaşlığın gücünü sunar. Ağır aksak ilerlemeye çalışan Anadolu’nun sosyopolitik ve kültürel resmini çizer. Bir yandan ezilen köylünün susuşunu ve dirayet göstermeden mecburi uyum çabasını verir. Kuyucak özlemdir, hastayken Yusuf’a yardım eden köylü yalan söyleyemeyecek kadar saftır. Selahattin Bey, temiz ve dürüst Alevi köylerinde konaklamayı tembihler. Diğer yandansa yazar, gününü gün eden namussuz zenginlerin yozluğunu anlatır. Hilmi Bey, Şakir ve onun gibiler, içki masalarında saf insanları meze yaparak ahlaksızlığa sürüklerler. Selahattin Bey’i borca bağlar, göz kırpmadan Ali’yi öldürür ve zenginlikleriyle üstünü örter, Kübra gibi saf kızları ziyan ederler. Aileden saydığımız Şahende Hanım ise zenginlik ve keyif arzusuyla ahlaksızlığa ayna tutar. En iç acıtansa bu kötülükleri yapanların kendilerini haklı görmesi ve toplumun da bunu kabul etmesidir. Sonunda masumiyet yozluğa karşı duramaz, direnmeye çalışansa trajik bir sona mahkûm olur.
Bu metni hazırlarken öğrendim ki Sabahattin Ali, Aydın Cezaevinde yatarken tanıştığı Yusuf’un hikâyesinden esinlenerek kitabı kaleme almış. Hatta öldürülmese, Kübra ve dağdan dönen Yusuf üzerine iki kitap daha yazma fikri varmış. Anlatmaya çalıştığım, “son”una ağladığımız hikâyelerin belki de bildiğimizden farklı devamları vardır. Yine de eminim ki, hangi son olursa olsun, hangi yaşta okunursa okunsun Sabahattin Ali’ye duyulan aşk baki kalacaktır.