“Bir kitabı en heyecanlı yerinde bırakmak gibi ya da uzun soluklu bir şiiri okurken, o en asil ve duygu yüklü sözcüklerde susmak gibi… En sevdiğiniz yemeği yerken, birilerinin tabağınızı önünüzden alması gibi… En tatlı rüyaların arasında uyandırılmak gibi… Ya da en yalın haliyle, hayatı yarıda bırakıp gitmek gibidir aşkın yarım kalması da…” Begüm Avşar, Yarım Kalan Aşkın Öyküsü
Aşk ve mutsuzluğu aynı başlıkta görünce, kayıtsız kalamadım Mutsuz Aşk Vardır‘a. Bu kitap da, tıpkı 90’lar Kitabı gibi, Yitik Ülke Yayınları‘ndan Kadir Aydemir tarafından derlenen ve Şubat 2014’te yayımlanan bir öykü kitabı. İçinde, Kadir Aydemir’inki hariç, 133 yazarın 133 öyküsü bulunuyor. Kimi kurgu kimi de yaşanmış öyküler bunlar. Kadir Aydemir’in Gidenlere başlıklı yazısında da belirttiği gibi bu kitaptaki tüm öyküler aşkın en kırgın, en mutsuz, en görkemli acıları üzerine yazılmış. Aşkın hep mutluluk getirmediğini, hatta aşkın doğasının mutsuzluk olabileceğini anlatıyor bize bu öyküler.
Gerek arka kapak gerekse de kitabın adı, doğrusu bende çok büyük bir beklenti yarattı. Ruhuna acı çektirme kapasitesi neredeyse sonsuz ve bu konuda inebileceği ‘dip’ çok derin olan biri olarak, okuyacağım öykülerde acıdan acıya savrulacağımı, kalbimin sıklıkla sıkışacağını, midemin kasılacağını, insan olduğumu iliklerime kadar hissedeceğimi umuyordum. Her hikâyeden sonra kitabı göğsüme bastırıp; aşk, ilişkiler, kadınlar, erkekler, sevmeler, aldanmalar, hayal kırıklıkları, özlemler hakkında uzun uzun düşünecek ve yaşadığım yaşamadığım ne varsa hepsini değerlendirecektim. Belki bir sonuca ya da çıkar yola ulaşamayacaktım; ancak biraz önce de dediğim gibi, varlığımı hissedecek, içinde yaşadığım somut dünyadan uzaklaşıp kalbimin içine doğru koşacak, bir süre orada saklanıp kendimi dinleyecektim. Aydınlanıp aydınlanıp karanlığa dönecek ve tekrar hüzünlenecektim. Yine bir sürü karar alıp sonra onları uygulayamayacak, yine kırılacak ve yine “bu dünya sana göre değil profesyonel kırılgan” diyecektim Yılmaz Erdoğan’ın sözleriyle. Aşk, hayal kırıklığı, yaşananlar karşısındaki şaşkınlık hissi ve tüm bunlardan oluşan tecrübelerin gerçek hayatta hiçbir işe yaramadığını, aynı tuzaklara tekrar tekrar düştüğümü ama bu konuda tek olmadığımı anlayacaktım okurken. Evet hepsi birer tecrübe ama bu tecrübeler bir sonraki adımda bir işe yaramıyor işte, diyecektim ve ekleyecektim: Sorun bende değil, bu düzende. Eh, biraz da şansa, kader ve kısmete sığınıp yine içimi rahatlatmaya çalışacak ve Nietzsche’nin acıyı uzatan şu meşhur umuduna sarılacaktım. Uzun lafın kısası; kalp acısını, dramı, trajediyi, şaşkınlığı, kırgınlığı, imkânsızlığı, yaraları ve ‘derinliği’ hissetmek konusunda beklentim çok yüksekti elime Mutsuz Aşk Vardır‘ı aldığımda.
Peki, tüm bu beklentilerim karşılandı mı? “Evet” ya da “hayır” demeyeceğim; ama Mutsuz Aşk Vardır‘daki öykülerin genelini okurken tekrar anladım ki, hayattan yüksek beklentilerini hâlâ azaltmayı başaramamış bir insanım. Başka bir deyişle de; birtakım şeylere gereğinden fazla anlam yüklemeyi bir türlü bırakamadım ben. Kitabın içinde birbirinden değerli birçok öykü var başta da dediğim gibi; ancak büyük beklentilerimden dolayı birçoğu ruhuma yeterince dokunamadı, yüzeysel kaldı, derdini bana tam olarak anlatamadı. Belki yeterince acı yoktu içinde, belki kullanılan kelimeler o acıyı aktarmada tam olarak yeterli olamadı, belki hikâyelerin kendisi yeterince ağır değildi, belki de benim zeminim bu acıyı kanıma karıştırmak için yeterince müsait değildi, bilmiyorum. Neden ne olursa olsun, bu kitaptan kalbimde kalan çok az hikaye oldu maalesef. Aysun Uzal’dan Kıskanç Rekabet, Ayşen Aksakal’dan Bir Şehre Ait Olamamak, Barış Çağrı Genç’ten Sevda Kuşun Kanadında, Begüm Avşar’dan Yarım Kalan Aşkın Öyküsü, Burç Doğu’dan ‘Zaman Hepsini Siler Ama Bazısına Nazik Davranır’, Cansu Uz Yazıcı’dan Sen(siz)i Anlatmak, Cem Hakan Özaslan’dan Sıradan Bir Gün, Çiğdem Eren Kiziroğlu’dan Acı Portakal Çiçeği, Dilek Neşe Açıker’den Duvarla Konuşmak, Hamide Tekin’den Atkılı Çocuk, Işık Yanar’dan Kumru ile Karga, Mustafa Men’den Aşk Herkese Farklı Görünür ve Ozan Vural’dan Rüyanda Görüyorsan Özlemişsindir okurken en çok etkilendiğim öyküler oldu.
Bu hikâyelerden bazıları bana eski heyecanları ve hüzünleri hatırlattı, bazılarına ise örneğini yaşamasam da, imrendim. Dedim ya, okurken yaşadığım yaşamadığım ne varsa düşünüp hissetmeye çalışırım ben. Ancak, bu öykülerin en belirgin ortak özelliği, derinliklerini yalınlıkla anlatmaları oldu benim için. Yaşananlar, bekleyiş, kabul edemeyiş, özleyiş, alışma, yeniden doğma, tekrar tekrar hatırlama, imkansızlık, kıskançlık, şaşkınlık, anlam verememe… Sadece varlıklarıyla bile o kadar ‘dolu’ ve o kadar etkileyici ki, onları anlatmak için süslü ya da uzun cümleler kurmaya hiç gerek kalmamış. Her şey ortada… Ve can yakan da acının bu yalınlığı oluyor yukarıda ismini verdiğim hikâyelerde.
Her ne kadar kanıma tam olarak işleyemeseler de, Kadir Aydemir’e ve tüm öykü yazarlarına ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Aşk bu sonuçta, kolay mesele değil. Hele ki içinde acı varsa! Ayrıca, sevgili Kadir Aydemir’den, olur da bir gün içinde aşk ve hüzün olan başka bir kitap derlemek istediğinde benimle de iletişime geçmesi yönünde özel bir ricada bulunuyorum. Belki riskli bir rica oldu; ancak risk alınabilecek en müsait konu da zaten aşkın kendisi değil midir?
About Burcu Arslan
Uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. "Dünya bir düştür."
//
Bir insan bir kez yanlış yaptı mı “hata”, o yanlışı tekrarladı mı “aptallıktır” sözüyle; defalarca tekrarlanmış, kırılmış, örselenmiş aşk döngüsüyle oluşmuş “Aptal Aşık” kavramını kafamda yerine ancak bu yorumla oturtabildim. Bununla birlikte, bu kadar acı çekmeler üzerine doktora tezi yazabilecek insanın yine de aşk peşinde kanat çırpmaya çalışmasını Şems diyaloglarıyla mı açıklamalı, yoksa “tek çare aşk” popüler deyişinin altındaki gizli çaresizlikle mi, onu da bilemedim.:)) Bir de Tanrı hepimizi “paintballvari aşk maceraları”ndan korusun. Yani, tüm tehlikeli yanları temizlenmiş ve rafineleşmiş bir alanda heyecanı yakalama beyhudeliğinden. Ünsüz bir yazar (!) şöyle demişti, “Ormanda vahşi bir hayvanın saldırmayacağından, serseri bir kurşunun gelmeyeceğinden emin olduğum an, heyecanın ve bilinmezliğin kontrolü elimdeyken, aldığım keyif, keyif midir?” Açık sözlü yazarı ve yorumcuyu kutluyorum.:)