“kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe”
Kitaplığımda iki Murathan Mungan kitabı var; ikisi de aynı eski dost tarafından hediye edilmişti bana. Biri, daha önce sitemizde yazdığım Aşkın Cep Defteri, biri de bugün yazmaya çalışacağım “Timsah Sokak Şiirleri”.
Şiir kitabı yorumu riskli bir iş aslında; çünkü yazarken iç dünyasını, kalbini, yaralarını çokça ele verebilir insan. Ama cesurluğum ve kendime meydan okumalarım ünlüdür benim. Sitemizde yazdığım
Küçük Prens ve
Kürk Mantolu Madonna yazıları da örnek verilebilir bu cesaretime. Ne demiş Göksel bir şarkısında: “Ruhum çocuktan tehlikeli suları sevdi”…
Bilenler mutlaka vardır; Beyoğlu / Cihangir’de bir sokak adı olan Timsah Sokak’ın, Murathan Mungan’ın 2003 yılında Metis Yayıncılık tarafından basılan “Timsah Sokak Şiirleri”ne adını verme olasılığı çok yüksek.
Hiçbir yaranız ya da benzer yaşanmışlığınız yokken bile okuduğunuzda altını çizecek, içinizi acıtacak çok satır bulabilirsiniz bu kitapta. Mungan kelimelerle o kadar güzel oynamış; aşkı, ayrılığı, yaşadığı acıyı, tecrübeyi, bekleyişi, vazgeçişi, hayal kırıklığını o kadar iyi anlatmış ki, satırlarda anlatılan bu yoğunluğu derinden hissedebilmek için benzer şeyleri yaşamış olmanız çok da gerekmiyor. Hal böyleyken, bir de bu konuda yaralarınız varsa; kitabı okurken o yaraların, kabuk tutmuş olsalar bile, teker teker nasıl tekrar kanadığını, içinizin nasıl acıdığı belirtmeme gerek yok sanırım.
“hiçbir şey öğretmeyen aşk ne çok şey öğretmiş bana
aynı yaşamıyor herkes
aşkı da ayrılığı da”
dese de Mungan, okurken aslında size özel sandığınız tüm o acıların, hayal kırıklıklarının, şaşkınlığın ve kaldığınız yerden devam etme zorluğunun, pek de size özel olmadığını, durumlar ve kişiler farklı olsa da, yaşanan hislerin az çok herkeste benzer olduğunu görüyorsunuz.
“Timsah Sokak Şiirleri”nde yeniden aşık olmak, yeniden sevmek, yeniden başlamak yok, aşkın güzel tarafı da çok yok. Aşkın acısı var, ayrılığın getirdikleri ve alıp götürdükleri var, çaresizlik var, yarım kalma, yarıda bırakılma ve hesap soramama var. O kadar ki;
“paramparça ediyorsun
anonim solgunluğunda
bir zamanlar benim olan her şeyi”
dediğiniz kişiye sorabildiğiniz tek hesap: “ne hakkın vardı buna?” olabiliyor.
Ayrılık, biten ilişki sonrası yakanızı bırakmayan anılar, “ama”lar, “acaba”lar var bu kitapta. ‘Yalnız ya da birlikte bir ilişkiden çekip gitmek’; çaresizlik içinde sürekli anımsayış, bekleyiş ve bunların getirdiği yorgunluk var. Kitapta sırasıyla “Ben Çaresizliğin Eli Olsaydım”,”Ben Anımsayışın Eli Olsaydım”, “Ben Bekleyişin Eli Olsaydım”, “Ben Yorgunluğun Eli Olsaydım” diyor Mungan ve tüm bu şiirlerin sonunu “giderdim” ile bitiriyor. Keşke gitmek kolay olsa, keşke becerebilseniz zamanı geldiğinde şeyleri olduğu gibi bırakıp gidebilmeyi. Bekleyiş bir gün bitiyor bitmesine de, anımsayış bitmiyor, gidemiyor insan anımsayıştan ve bu yüzden hafızasını sildiresi bile gelebiliyor, bu kadar zordur hiç olmadık zamanlarda özleneni anımsamak. İşte bu yüzden diyor ki Murathan Mungan:
“ben anımsayışın eli olsaydım
tutmazdım kimseyi hatırımda
giderdim giderdim giderdim”
Çaresizlik, anımsayış, bekleyiş ve yorgunluktan sonra vazgeçmek var bu şiirlerde… Ve vazgeçmeden bir adım önce gelen kabulleniş… En zoru da bu değil midir zaten? Önce kabul edemez kalbiniz ve beyniniz, mantıklı açıklamalar ararsınız, mücadele edersiniz, reddedersiniz, ısrar edersiniz, oldurmaya çalışırsınız ve olmayacağını görmek istemezsiniz bir türlü; sevmişsinizdir, emek vermişsinizdir çünkü. Güzel olan şeylerin bitmesi için bir neden olmadığını ve sonsuza kadar güzel olarak devam edeceğini düşlemişsinizdir. Güzel olan bir şey durduk yere neden bitsin, değil mi? Kendinizle girdiğiniz uzun mücadeleden sonra, sonunda gerçek olandan kaçamayacağınızı anlar ve istemeseniz de onunla yüzleşirsiniz. Kabulleniş bu noktada gerçekleşir işte. Kabullenişten sonrası da malum: vazgeçmek ve kaldığınız yerden, sizden geriye ne kaldıysa onunla devam etmek. ‘Kalbiniz tuzaklarda konaklar, devamsız hikayelerde yaşlanır’ ve ‘zaman, aldıklarını bir daha yerine koymaz.” Vazgeçmek zordur gerçekten. Zordur; kanırtır, acıtır, dışarıya ve muhatabınıza yansıtamadığınız isyanlar yaratır içinizde. Ama bu kabulleniş ve vazgeçişten sonrası daha kolaydır aslında; mücadeleyi bırakmışsınızdır, yaralarınız sarmaya geçmişsinizdir artık. Tıpkı Mungan’ın dediği gibi yani:
“hem çok zor hem çok kolay
vazgeçmeyi öğrendiğin yaşların başlangıcı”
Ayrılıkların insana çok şey öğrettiğini görüyorsunuz bu şiirlerde. “Vahşi bir bitki gibi kendi zehriyle çürümeyi”, “zamanın ne olduğunu”, “yalnızlıkta seslerin birbirine ne çok benzediğini”, “intiharın, hayatınızın hiç değişmeyen ihtimali olduğunu”, “eşyanın zamanla nasıl uysallaştığını”, “zamanla hiçbir şeyin eskisi kadar acı vermediğini” ayrılıklar öğretir size ve en sonunda dersiniz ki: “unutmadım hiçbirini, ama yaşlandım.”
Gençken, kalbiniz toyken, içinizde daha acıya yer varken, daha cesaretli, daha atak olabiliyorsunuz; ancak yaşanmış onca şeyden sonra geriye söyleyebildiğiniz sadece şu kalıyor:
|
yordu, yordum, yoruldum |
Yaranız olsun ya da olmasın, ayrılık yaşamış olun ya da olmayın, biri sizi hayal kırıklığına uğratmış olsun ya da olmasın, birini deli gibi özleyin ya da özlemeyin, içinizde bir şeyler yarım kalmış ve bu yarım kalmışlıklar nedeniyle yüreğinize bir boğa oturmuş olsun ya da olmasın, “Timsah Sokak Şiirleri” içinize dokunuyor. Sizin yaşadıklarınız, bir önceki cümledeki “ya da”lardan önceki gibiyse zaten fazla söze gerek yok; okuyun ve yalnız olmadığınızı anlayın, derim.
Göksel’in şarkısından bahsetmiştim ya yazının girişinde, “Kardan Adam”, bence bu yazımı fona o şarkıyı alarak okuyun: