“Sonsuzluk ne demek biliyor musun? Bir kuşun kumsaldaki kum tanelerini tek tek okyanusun kıyısına taşıdığını düşün. Kuş bütün kum tanelerini karşı kıyıya yığdığı zaman sonsuzluk daha yeni başlıyor olacak.” (s.87)
Capote gazetede bir kaç paragrafı geçmeyen bir haber görür. Haber Kansas’ın Holcomb kasabasında yaşayan varlıklı bir ailenin evlerinde “vahşice” öldürülmesi ile ilgidir. Ve o sırada çalıştığı derginin muhabiri olarak haberin peşine düşmeye karar verir. Yanına Bülbülü Öldürmek kitabının yazarı Harper Lee’yi de alarak kasabaya gider.Bir makale olarak yazmaya niyetlendiği olaylar onu derinlere indikçe roman yazmaya doğru sürükler. Ancak bu roman bildiklerimizden farklı olarak ‘fiction’ değil ‘non-fiction’dır. Capote, romanı bir belgeselci titizliğinde yazar ve kitabın basılması yaklaşık 6 seneyi bulur.
Soğukkanlılıkla; “Onları Son Gören Kişiler”, “Kimliği Belirsiz Kişiler”, “Yanıt” ve “Köşe” adında dört bölümden oluşmakta. “Onları Son Gören Kişiler” adlı ilk kısımda yazar, Clutter ailesinin tüm üyelerini tanıtıyor bize. Onların çevrelerinde ne kadar sevilen ve sayılan insanlar olduğunu öğreniyoruz.Onlar hakkında edindiğimiz bilgiler bizi, zihnimizin cinayet gibi sebebe bağlamak istediği bir olay karşısında, daha da çaresiz bırakıyor. Ne sebeple olursa olsun kabul edilemez olan ölüm bu olayda daha da soğuk ve saçma geliyor. Aynı bölümde paralel bir anlatımla katillerle de tanışıyoruz. İkinci ve üçüncü bölümlerde, polis soruşturmasını ve katillerin cinayetten sonra yakalanana kadar neler yaptıklarını, katillerin geçmişlerini ve detaylı profillerini okuyoruz. Dördüncü kısımda ise, yargılanma süreçleri,hapishanede geçirdikleri zaman, diğer mahkumların hikayeleri anlatılıyor.
Kitabın kısaca özeti bu. İçinden ölüm geçen gerçek bir olayın anlatıldığı romanı özetlemek her ne kadar rahatsız edici olsa da, kitabı okuyup kapağını kapattığınızda size bıraktığı sorular zihninize kök salıyor. Öncelikle suç, suçlu, ceza gibi kavramları yeniden düşünmeye başlıyorsunuz. Romanı yazarken Capote’nin dil ve anlatım teknikleri dışında, mağdurdan ya da failden yana tavır almaması ve yorum katmadan yazması; olayı tarafsız bir gözle okumak için size alan bırakıyor. Mağdurların çok iyi insanlar olduğunu onları tanıyanlardan dinlemiş olsanız da, kitabın devamını okuduğunuzda suçlu ve mağdur arasında “melek ve şeytan” ayrımı kadar net ve keskin bir uçurum olmadığını görüyorsunuz. Bunları suçluları aklamak için yazmıyorum, yanlış anlaşılmak istemem ancak o iki katilin koşulları farklı olsaydı belki de o gece o eve girip dört insanın canına kıymayacaklardı diye düşünüyorum. Rakel Dink’in dediği gibi “bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…” Bu sadece Dink cinayeti için değil belki de tüm cinayetler için ön yargılarımızdan arınıp kurmamız gereken bir cümle. Suç ne kadar bireysel olsa da suçun altında yatan sistemsel sorunları görmezden gelmek, eşit imkanlara sahip olmayan bireylere gereğinden fazla yüklenmek demek bence.
Kitapta işlenen şuçun ceza boyutu var bir de. Cinayete karşılık idam cezası. Ceza, suçluyu ıslah etmek, toplum düzenini korumak, mağdur ve mağdur yakınlarının acısını hafifletmek için verilen bir karşılık. Bu karşılığa karar verilirken de suç ve cezanın örtüşmesi olmazsa olmaz bir gereklilik. Bunlar kimsenin karşı çıkmayacağı doğrular ama bir yandan da hala idam cezasının uygulandığı yerlerin olduğu düşünüldüğünde (hatta arada memleketimizde hortlayan bir konu başlığı olarak); Soğukkanlılıkla’yı bitirince “ölüme karşı ölüm” düşüncesini yeniden sorgulamaya başlıyorsunuz. Çünkü, katilleri affedemeseniz de, onların geçmişlerini ve koşullarını anlamaya başladığınızda kendinizi onlar için de üzülürken bulabiliyorsunuz.
Romanın güzelliği ve başarısı Capote’nin size sordurduğu sorularda gizli bence. Anlatım ve kurgu açısından edebi başarısının yanı sıra anlattığı konu itibariyle takınmayı başardığı “soğukkanlı” mesafe romanı başyapıt seviyesine taşıyor. Kitabın yayımlanmasından iki sene sonra Richard Brooks’un yönettiği aynı isimli bir uyarlaması yapıldı. Romanı bitirdikten sonra izlenmesi her ne kadar çok keyif vermese de başarılı bir uyarlama olduğunu belirtmek isterim. Bir de 2006 yılında başrolünde Philip Seymour Hoffman’ın oynadığı “Capote” filmini tavsiye ederim. Film romanın yazılış süreci üzerine yapılmış çok başarılı bir çalışma. Özellikle Capote rolünde Philip Seymour Hoffman harikalar yaratmış (keşke hayatta olsaydı da onu başka filmlerde de görseydik dedirtti tekrar). Yine romanın yazılma süreci üzerine Douglas McGrath tarafından yönetilen ve Capote’yi Toby Jones’un canlandırdığı Infamous adlı bir film daha var. Onu henüz izleme fırsatım olmadı ancak en kısa sürede izleyeceğim, izledikten sonra onunla ilgili olarak da bir not düşerim yazıma.
Sonuç olarak, yine beğendiğim bir kitap hakkında oldu bu yazım. Soğukkanlılıkla, Capote’nin şu ana kadar okuduğum en başarılı romanı. Hem denediği ‘non-fiction’ tarzı, hem anlatımı hem de kurgusuyla sizi asla sıkmayan (romandaki bilimsel makalelerden alıntılar konuya ilgilisi olmayanlar için ilginç gelmeyebilir belki ama ben anlatıma çok uygun bulduğumu söylemek isterim) ve okuma isteğinizi devamlı canlı tutan bir eser. Farklı tarzda yazılmış bir suç romanı arıyorsanız kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. Sel Yayıncılık tarafından basılan kitabın Ayşe Ece çevirisini de sevdiğimi ekleyerek yazımı noktalıyorum.
Bizden sonra yaşayacak insan kardeşlerim,
Yüreğiniz titremesin bizi hatırlayınca.
Unutmayın, bize duyduğunuz acımanın
Çok daha fazlasını beslemektedir Tanrı bizim içim
François Villon – Asılmışlar Baladı
About Merve Apaydin
sadece ne aradığını bulmaya çalışan, "ruhu pijamalı" kız çocuğu.