Bu yazıyı, 2008 yılında The Guardian tarafından dünyanın en iyi ikinci kitabevi seçilen El Ateneo Grand Splendid’in kafesinde yazıyorum. Sol elimin altında, seyahatim boyunca bana arkadaşlık eden, bu ülkenin en önemli yazarı Jorge Luis Borges eşliğinde, 1919 Mayıs’ında tiyatro olarak inşa edilip 2007’de binlerce kitapla çevrilen sahnenin kokusuyla…
“Aslında her gezi bir uzay yolculuğudur. Bir gezegenden ötekine gitmek buradan karşıdaki ambara gitmek gibidir. Siz bu odaya girdiğiniz zaman bir uzay gezisi yapıyordunuz.”
Başka bir gezegendeyim, Borges’in şehri Buenos Aires’te. Mola verdiğim her an bir Borges öyküsü okumak planım bazen Borges arası yürüyüşlere dönüştüğünden elimdeki Kum Kitabı’nı iki günde bitirdim. Bu bir seyahat yazısı değil, salt Borges’i yazmak da ellerimin titremesine sebep olduğundan vazgeçtim. Yazıdaki derdimse Borges’te gördüğüm ve bu şehirle benzeşen özellikleri benim gözümle sunmak.
Özelliklere geçmeden önce kısa bir eleştiriyle başlamalı. Borges’in kitapları İletişim Yayınları’ndan. Elimdeki Kum Kitabı 2017’deki 5. baskıdan, Yıldız Ersoy Canpolat çevirisiyle yayımlanmış. 28 sayfa Kronoloji ve James Woodall tarafından kaleme alınan 14 sayfa Önsözle birlikte kitap 143 sayfa. Yine de bazı imlâ hataları var. Borges’e saygıyla özen gösterilmesini beklerdim. Ayrıca Borges kitaba önsöz yazıp okurun kafasını öyküleri okumadan önce bulandırmamak amacıyla Sonsöz yazmayı tercih etmişken kitaba başka kalemden Önsöz eklemeyi de sevmedim. Öneri olarak, bu kitabevinde İspanyolcasını gördüğüm gibi öykü, şiir, deneme ve çevirileri derleyen ve daha uzun 3-4 seri Borges kitabı basılabilir.
Bu yazı öncesi Borges eleştirilerinden birini bile okumadım, tüm cümleleri “bence” kelimesiyle başlamak istemediğimden düşüncelerin tamamının acemi bir Borges okuruna ait olduğu notunu başa eklemek gerek.
Zamansızlık Borges’teki en büyük özellik. Bunun iki sebebi var. İlki; benim doğduğum yıl hayatını kaybetmiş bir yazarın 2017 yılında yazmış olmadığını, Borges’in hayatını okumamış kimse iddia edemez. Kum Kitabı’nda, özellikle ilk ve son öyküler adeta bugünün kafasıyla yazılmış gibi. Oysa 1899 yılında doğup 86 yaşında ölen birinin günümüz teknolojisi ve bilimsel gelişmelere tanık olmaksızın uzaydaki boyutlarla, zamanda yolculukla ilgilenmesi şaşırtıcı. Bu, Borges’in zamansız bir yazar olmasının ilk göstergesi; eminim bizim çocuklarımız da aynısını düşünecek, Borges’in kendi çağlarına ait olduğu yanılgısına düşeceklerdir.
Tıpkı Buenos Aires gibi; bir yanda modern, bir yanda üzerinde farklı farklı heykellerle süslenen tarihi binaların bir araya geçtiği, geçmiş ve gelecek arasından kalmış şehre benzer. Bir yanda Recoleta mezarlığındaki sanat harikası mozoleler, diğer yanda modern kafelerle. Hangi tarihten bakılırsa bakılsın aslolanın bugün, şu an olduğu bir zaman sunuyor Borges ve bu şehir.
Zamansızlığın ikinci sebebiyse öykülerin içeriği. Bunu, ilk öykü olan “Öteki”ye başladığınızda anlıyorsunuz. Yazarın yer ve zamanı daha ilk cümlede vermesi yanılgı, çünkü bu öykü çift zamanlı. Diğer birçok öyküyse zamansız, belki de günümüzden 400 yıl sonraya ait. Bu özellik o kadar vurucu ki, ilk öyküde donup kalıyorsunuz. Kitap boyunca zaman kavramını kafamda yerleştirebilmek için üç öyküyü iki kez okumam gerekti.
Şu an sahnesinde oturduğum bu eski tiyatroda da aynı zamansızlığı hissediyorum. Yere basmıyorum, saate bakmıyorum. Sadece bir uzay yolculuğundayım. Hangi yaştayım bilmiyorum, ama İstanbul’dan çıktığımla aynı olmadığım hissiyatındayım.
Kitabı açtığınızda, işi kitaplar olan bir adamın dimağına seyahat ediyorsunuz. Perón öncesi ve sonrası kütüphane müdürlüğü yapan Borges, dünya çapında yazılan yüzlerce kitabı okumuş. Buenos Aires’te doğmasına rağmen İngilizce konuşulan bir evde büyümesi, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine ailesiyle Cenevre’ye yerleşmesi, Fransızca, Latince ve Almanca öğrenmesi, İngiliz ve Amerikan edebiyatı öğretmenliği ona farklı ufuklar açmış. Öyküleri okurken atfedilen yazarları, kitap isimleri ve kahramanlarını araştırmak isteseniz eminim 6 kitap okumuş kadar bilgi sahibi olursunuz. O kadar zengin bir edebiyat bilgisi ki, tüm öykülerde birçok referans verilmiş. Derine indikçe başka kapılar açılıyor.
Buenos Aires’e seyahatim 5 ay önceden belliydi, planlar yapıldı, gidilecek yerler, yenecek yemekler belirlendi. Bense bunlara ek olarak sokaklarda kaybolmayı seçtim. Saptığım her sokakta ayrı bir güzellik çıktı karşıma, hazine sandığı gibi, yürüdükçe yürüdüm, görmeye çalıştım baktıklarımı. Gözümde bu şehrin zenginliği derinliği oldu. Kum Kitabı öyküsündeki sonsuz sayfalı kitap gibi; ağır, güzel, derin ve diğer yandan kendisine mahkum eden ve bitmeyişiyle tedirgin eden…
Kitaptaki tüm öykülerde Borges’ten kesitler var. Yazarın da Sonsöz’de söylediği gibi “öykünün akışına yaşam öykümden çizgiler sokuşturdum.” Orman ve ırmak Borges’in öykülerindeki önemli temalar. Ailesinden miras kalan körlüğe 1955 yılında yakalanan gözleri hep bir ulaşılmazlığa mahkum hissettirmiş. Ormandaki ağaçlar Borges’in sonsuz sayıdaki kitapları, akmakta olan ırmak yaşlılığı ve ölüme yaklaşması, körlüğüyse Borges’in hayatla arasındaki uzaklık ve karanlık. Okyanus kıyısındaki bir şehrin sokaklarının bir türlü denize çıkmaması gibi kapalı kalmış ve sıkışmış…
Borges’in bir diğer özelliğiyse duygu geçişleri ve farklı temaların bir arada sunulması. Masumiyet, sertlik ve abartıyı aynı öyküde iç içe geçmiş halde bulabiliyorsunuz. Bir tren rayıyla ayrılmış iki sokak arasında geçirdiğim 10 dakikada hissettiklerim gibi; bir yanda tekinsizlik, korku, şehrin asıl sahiplerinin samimiyeti, bit pazarı kokusu, hızlı adımlar; diğer yanda yeşillik, geniş caddeler, sonbahar yapraklarını temizleyen belediye görevlileri ve günümüze ait kıyafetlerle kafelerde keyif yapan turistler. Kitapta da şehirde de bir afallamışlık hâli çökebiliyor.
Tek bir sözcükle dünyaları anlatmaksa Borges’in en vurucu özelliği. Uzun ve dolaylı anlatımdan ziyade az sözcükle ve kısa cümlelerle öyküler sunuluyor. Kısalıktaki bu zenginlik insanı vuruyor. Birkaç sayfalık öyküyü tek kelimeye sığdıran bir yazar daha okumamıştım. Kitaptaki birkaç öyküde tüm yollar tek bir sözcüğe ya da nesneye çıkıyor. Şehirdeki tüm yolların 9 De Julio isimli geniş caddeye açılması gibi. Hangi yoldan hangi yöne kaybolsam da o caddeye çıkıp durumu anlamamam bu şehirdeki en büyük şaşkınlığım sanırım. Biricik olana saygıyla…
Daha birçok özelliğini düşündüm Borges’in; siyasal duruşunu öykülere yansıtması, roman yazmayı seçmemesine rağmen uzun öykülerde de başarılı olması, kurgusundaki zenginlik, gerçekle düş arası bir yerde arafta kalışı. Belki birkaç kitap sonrasında, aramızdan birisi başka bir gezegenden yazar, kim bilir…
//
Sevdim