Beğenmeyen Okumasın ekibi olarak 2017 buluşmalarının ikincisini Mart ayında yerli polisiye yazarlarımızdan Armağan Tunaboylu ile gerçekleştirdik. Katılımcıların da ilgi alanı doğrultusunda dünya ve Türkiye polisiye edebiyatına dair harika bir sohbet oldu. Her zamanki gibi sohbetimize katılan herkese teşekkür ediyoruz.
Sohbetin detaylarına geçmeden önce tanımayan okuyucularımız için Armağan Tunaboylu hakkında kısa bir bilgilendirme yapmak isteriz. Yazar Tunaboylu, sinema-televizyon eğitiminden sonra gazetecilik yapıyor ve çeşitli diziler için senaryolar yazıyor. Yerli polisiyede çok kötü kitaplar olduğunu söyleyen yazar, kendi kitapları için “En azından beni eğlendiriyor o yüzden diğer yazarlardan daha iyi ve farklılığı var” diyor ve eserlerinin Türkiye’de “Metin Çakır polisiyesi” olarak ayrıştığından bahsediyor. Buluşmamıza konu olan Yıldız Cinayetleri ile beraber tabii ki serinin diğer kitaplarından bahsederken katılımcılardan bazılarının bütün seriyi üst üste okuduğunu öğreniyoruz. Bunun üzerine Armağan Bey, çok sevdiği yazar Lawrence Block’tan bahsederek, bir yazarın bütün kitapları peş peşe okunduğunda insanın zorlandığını, kitapları arka arkaya okumamak gerektiğini söylüyor. Kendi serisi için de ricası var. Art arda okumuyoruz sevgili takipçilerimiz, araya başka kitaplar sokuyoruz. Söz mü?
Yazarın polisiyeyi yorumlaması da enteresan. “Polisiye edebiyat değildir, sanat değildir. Aşkı, suçu tartışan şey sanattır. Polisiye ise entrika ve olayı anlatır” diyor. Kendisinin de sanatçı olduğunu düşünmüyor, eğlendirmek için yazdığını düşünüyor. O yüzden de yazarın dünyasına çabuk girilebildiğini söylüyor. Yazarın yazma ritüelini merak ediyoruz bunun üzerine. Matematik kafasına sahip olmadığı için sıradaki cümleyi bile bilmediğini itiraf ediyor Tunaboylu. Sinema eğitimi itibarıyla önce sahne yazıyor, oradan konuyu giriyor. Yazarken kendisi de nereye gittiğini göremediğini söylüyor. Hiperaktif de olduğu için yazarken yerinde duramadığını, Spider Solitaire oynayıp yazmaya geri döndüğünden bir günde en fazla yarım sayfa yazabildiğini ve ilk kitabına senaryo niyetiyle başlayıp 3 senenin sonunda ortaya bir roman çıktığını belirtiyor.
Sohbetimiz sırasında telif konusuna da değiniyoruz. Yazarımız kitaplarının yayın evleri arasındaki geçişinden bahsediyor. Kitabın ilk basımıyla ilgili komik hikayesini de öğreniyoruz. Bütün hikayeyi anlatmayalım ama en enteresan kısmı da belirtmeden geçmeyelim. Yazarımız kitabını yayınevine yollarken göbek adıyla soyadının bir kısmından oluşturduğu müstear isim Hüseyin Tuna’yı kullanıyor. Sonra yayınevinden birileri kitapla ilgili olarak arayıp, Hüseyin Bey’le konuşmak isteyince, az daha “Yanlış numara” deyip kapatıyormuş.
Yıldız Cinayetleri, “Şeytan Tüyü” adıyla sinemaya da uyarlanan bir eser. Yazarımız konuya profesyonel olarak baktığını ve para kazanılsın istediğini söylüyor. Hatta “Kitabı senaryolaştırmak yerine kitaptan senaryo yazın” önerisinde bile bulunmuş ancak sinema okumasına rağmen süreçlere bu önerisi dışında çok da karışmamış. Terör olayları nedeniyle galanın iptal edilmesi ve yayın tarihi sırasında herkesin korku içinde olması nedeniyle evlerde kalmayı tercih etmesi gişede büyük bir beklenti varken tam bir hayal kırıklığı yaratmış.
Kitabımızın kahramanı Metin Çakır naif bir adam. Maço, faşist, ırkçı ancak bunlara rağmen seviliyor. Ahlakî bir açmaz belki. Metin de sokaklardan bir insan. Kadınlar ilgisini çekiyor. Samimi sohbetimiz sırasında kahramanın sürekli altına işemesi, bir türlü çişini tutamaması üzerine bile konuştuk. Kitabı okumayanlar neden diye merak edeceklerdir. Sizi merakta bırakmayalım. Metin Çakır karakterinin bu probleminden kitapta defaatle söz edilmesi, katılımcıların hepsini rahatsız etmiş. Kitabın arkasındaki argo sözlüğüne dair soruya “Sokak ağzı aslında, küfür neredeyse hiç yoktur, Metin Çakır sokak ağzı konuşur” diye yanıt veriyor yazar ve Hulki Aktunç argo sözlüğünden yararlandığını söylüyor.
Bu kadar polisiyeden bahsedilir de seri katillerden bahsedilmez mi? Yurt dışında seri katillerin çok abartıldığını düşündüğünü söyleyen yazara göre, sinema ve polisiye edebiyatın hayal gücü, seri katillerin çok daha ilerisinde. Yurt dışındaki polis dosyalarından hareketle yazılmış polisiyelerin benzerinin ülkemizde olmamasını ise organizasyon yeteneğimizin zayıf olmasından kaynaklandığını düşünüyor. Dünyadaki en eski üçüncü polisiye romanının bu topraklarda yazılmış olmasına rağmen polisiye geleneğimizin oluşmadığını, son 20 senedir Ahmet Ümit ve Osman Aysu gibi isimlerle polisiyeyi yeniden keşfettiğimizi belirtiyor. Kendisine göre gerçeklik en önemli sorun ve laboratuvardan anlayıp oradaki teknik bulguları içselleştirerek yazacak bir yazarımız yok. Matematik kafası ve bilim geleneği olmadığı için detayları birleştirme kafası yok. Tunaboylu kendisini de dâhil ediyor bu soruna. Müge Anlı tarzı programlar ile bu problemi de çözeceğiz ve Türkiye’ye has bir polisiye akımı yaratacağız belki de. Kim bilir?
begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası