
Görünmeyen kitabını en yakın dostumun, ‘ne yazmış be’ tavsiyesi üzerine okumaya başladım. Uzun zamandır elinde 20 kitap süründüren ben, bu kitabı üç günde bitirince ölesiye mutlu oldum. Neredeyse son altı senedir Paul Auster okumamıştım. Güzel bir geri dönüş oldu. 2008’de yanılmıyorsam New York Üçlemesi‘ni ve Yanılsamalar Kitabı‘nı bitirmiştim. Özellikle Yanılsamalar Kitabı‘na hayran kalmıştım. Zaten biraz hayal gücü, biraz sürrealizm ve Paul Auster’ın akıcı dili sizi kendisine hayran bırakacaktır.
Bu kitap çok yaramaz bir kitap. Öyle böyle değil. İçinde bol bol cinsellik var. Ama cinsellik öyle doğal bir halle sunulmuş ki bu herkesin başına gelebilirdi, dedirtiyor. Walker kitabın ana karakteri, başında kavak yelleri esen yirmilerinin başında bir genç. Columbia’da okuyor. Parlak bir çocuk. Walker’ın hayatında üç döneme tanık oluyoruz ilkbahar, yaz ve sonbahar. İlkbaharda esrarengiz Margot ve onu niçin bu kadar desteklediğini anlayamadığı bir profesör ile tanışıyor; yazın ablasıyla aynı evde kalıyor ve sonbaharda Paris’e taşınıyor. Yazar tüm hünerlerini sergilemiş yazarken. Bölümlerin büyük kısmı otobiyografik birer mektup ve kısa hikaye gibi arkadaşına yazılmış. Yakın arkadaş olmamalarına rağmen ona açılma isteğini içinde duyan Walker bu üçlemeyi arkadaşına gönderiyor. Biz de hikayeyi bir süre arkadaşının dilinden dinliyoruz.
Genç bir adamın hayatında başına gelebilecek ne varsa işte geliyor başına: Güzel bir iş fırsatı, edebiyata ve siyasete tutkusu, kendisinden büyük bir kadına abayı yakış, ve içindeki ateşte yana yana yine ateşin peşinde koşma isteği. Tesadüfler sadece tesadüf değildir bu romanda. Her tesadüfün bir anlamı vardır, her iyi romanda olduğu gibi. Her şey garip bir hal alır çünkü bir profesör sadece bir profesör değildir ve Walker da aslında normlara uymayan tutkuları ve arzuları olan bir adamdır. Yazı sakin geçirmek ister ama geçiremez. Çünkü ablasıyla kalır ve içinde başka şeyler uyanır.
Detaylara girmeye gerek yok fakat yazar anlatırken sanki o hayatının bir senesinin üç mevsimini, olayların başka türlü evrilmesi mümkün değilmiş gibi anlatmış. Detaylara gelip de hikayeyi berbat etmek istemiyorum.
Bu arada kitabı hemen bir arkadaşıma hediye ettiğim için maalesef burada alıntı yapamıyorum. Fakat elbette hoşuma giden çok güzel ve edebi noktalar vardı. Hele çevirisi muhteşemdi: Seçkin Selvi’nin emeğine gerçekten teşekkür etmek gerekir. Böyle akıcı bir şekilde Türkçeye çevrilebilmiş bir romanı en son ne zaman okuduğumu bilemiyorum. Kitap kapağına gelince, ne kadar erotik öğeler içerebileceğini kapağa bakarak anlayabiliyorsunuz.
Kitabın adı yani Görünmeyen ise aslında hayatımızda hiçbir şeyin, kendimizin dahi göründüğü gibi olmadığını çok iyi anlatıyor. Aslında hepimizin içinde herkesten gizlediğimiz günahlarımız, korkularımız ve isteklerimiz var. Bir de herkesten gizlediğimiz farklı ve bilinmeyen bir kimliğimiz var. Ancak bir roman karakteri çok dürüst ve transparan bir şekilde bize gösterebilir mahremini. Başka türlüsü mümkün değil, çünkü toplum, saklamak üzerine kurulu bir müessese…
Bu kitabın en güzel tarafı yazarın her yönden yeteneklerini sergileyebileceği teknikleri okurun gözüne sokmadan, büyük bir hünerle kullanmış olması. Mesela Walker’ın hayatı bir birinci şahsın ağzından anlatılıyor bir de üçüncü şahsın ağzından. İki anlatım da eğreti durmuyor. Tam tersine bunun bile bir anlamı olmalı. Derinimizdeki her şeye birinci şahıstan bakarken, kendimizi tanımakta zorluk çektiğimiz şeyleri üçüncü şahısmışız gibi anlatabiliriz. Ya da kendimize mesafeli durmak için tam tersini yapıyor da olabiliriz.
Yazar bunu yazarken ne düşündü acaba?
Ayrıca zamana, mevsimlere, aşklara, değişime ve yaşa dair bir roman. Kitapta Walker’ın çılgın hayatının ilk yarısına dair kesitler var ve bu sadece 200 küsür sayfa. Belki de ana karakterin hayatını en çok etkileyen dört mevsim işte orda kış hariç. Hepimizin hayatına damgasını vuran bir dört mevsim olmamış mıdır?
Sizi Max Richter’in Vivaldi Dört Mevsim yorumlamasıyla baş başa bırakıyorum:
https://www.youtube.com/watch?v=1_fDidYDQcs
sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.
Permalink
//
Bir ay süren bir mücadele sonunda biten bir roman. Paul Auster dünyasını bilen biri için kolay bir romanken bilmeyen için tam bir zulüm olabilir bu kitap. Yarım kalmış ve hiç yazilmasaydi dedirten bir sonla başbaşa kalıyor sunuz. Evet bana sorarsanız hiç okumayin derim. Walkerin dramatik yaşam öyküsünü öğrenmeyin. Zira mutsuz hissetmeyin kendinizi.