Çoğumuz için artık yorucu ve kaotik bir kent İstanbul. Yorucu ama kendisi de yorgun. Nice imparatorluğa ev sahipliği yapmış, içinde büyük birçok hikayenin yaşandığı, üzerine sayısız mücadele verilmiş bir kent… Bazen sizi hor gören, bazen de sarıp sarmalayan… Bakmasını bilene, her şeye rağmen bir güzellik sunabilen… Yani aslında, hem insanda oluşturduğu duygu ile hem de bugün sahip olduğu özellikler ile tek kelime ile “karmaşık” bir şehir.
Klasik Arkeoloji mezunu olmasının yanı sıra, televizyonculuk ve habercilik de yapan Nihan Azizlerli’nin Prenses Anna’nın Hizmetçisi ve Kehanet‘ten sonra yayımladığı üçüncü kitabı İstanbul Terapisi, tüm yoruculuğuna ve karmaşasına rağmen, kentin vicdanlı ve şefkatli olduğunu söylüyor. Biz de Nihan Azizlerli ile İstanbul Terapisi‘ni, şehirleri ve edebiyatı konuştuk…
İstanbul Terapisi’ni size yazdıran itici güç neydi? Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?
İstanbul’la ilgili yazmayı seviyorum. Daha doğrusu belki İstanbul’u sevmem itici güç oldu. Tarih, yaşanmışlık dolu, dopdolu bir kent. Daha önceki iki romanım da İstanbul’u mesken edinmişti. İstanbul’un anlatacak çok şeyi var. Buradan gelip geçmiş, iz bırakmış çok önemli karakterler var. Ayrıca en yakından tanıdığım, gezmekten, yaşamaktan zevk aldığım bir kent. Öykü burada geçsin istedim. İstanbul’un tüm yoruculuğuna rağmen terapik bir şehir olduğunu düşünüyorum. İstanbul bir şekilde insanı onarıyor. Kitapta bunu da hissettirmek istedim.

Daha önce Kehanet’te de İstanbul’un bilinmeyen yönlerine, özellikle de Bizans dönemine odaklanmıştınız… İstanbul’un özellikle Bizans dönemine yakınlık hissetmeniz, salt akademik geçmişinizle mi ilintili? Yoksa başka sebepleri de var mı?
Arkeoloji okudum ve tarihe meraklıyım. İstanbul’da Bizans’tan, Osmanlı’dan çok kalıntı var. Çoktan dünyanın en çok ziyaret edilen kentleri arasına girmiş İstanbul’daki geçmişi tanımak hoşuma gidiyor. Osmanlı kadar Bizans da ilgimi çekiyor. Öyküler ve kişiler çok ilginç geliyor bana. Çok zengin öyküler bırakmışlar arkalarında. Bizans da Osmanlı’ya önemli bir kent mirası bıraktı.
Kitabın ana teması vicdan… Yedi günlük İstanbul Terapisi’nin her bir gününde ana karakterlerimiz vicdan üzerine bir gezi ya da sohbet yapıyorlar… Gerçekten de İstanbul sizce vicdanlı bir kent mi?
İstanbul bence kesinlikle vicdanlı bir yer. Şefkatli bir kent. Hiç de sanıldığı gibi acımasız değil. Bir noktada kucaklayıveriyor insanı. Güzelliği onu affetmeye yeter. Yaşlılığın verdiği durmuş, oturmuşluk, olgunluk hissi uyandırıyor bende. Vicdan tanımlaması zor bir kavram. Herkesin içinde yaşadığı, kendine özel bir vicdanı var. Vicdan belki tanımlaması güç olduğu için herkeste başka bir his uyandırıyor. İstanbul’un vicdanını da tanımlamak zor ama bir karakteri, uzun hikayesi olduğu kesin.
Aslında benzer bir soruyu daha yöneltmek istiyorum. Bugün İstanbul çoğumuz için kaos olarak adlandırılıyor. Yoğun bir trafik, sürekli büyüyen bir şehir, kocaman binalar, bu binaları dikebilmek için talan edilen ormanlık araziler ve tarihi eserler… İstanbul yine de, bakmasını bilene terapisini sunuyor diyebilir misiniz?
İstanbul kaotik, yorucu, yorgun, kocaman yaşlı bir şehir. Ama hep güzel. Trafiğin içinde kaldığınızda bile zevkine doyulmaz şekilde seyredebileceğiniz küçücük sürpriz dolu tarihi sokakları var. Her gün önünden geçtiğimiz, farkında bile olmadığımız binlerce yıllık eserleri var. Boğazın manzarasına dalıp bir bardak çay içmek, şehir hatları vapuruyla iki yaka arasını geçmek, ilkbaharda erguvanlara bakıp derin nefes almak, adalara gitmek, karla kaplı surları seyretmek, Galata Kulesi’nin gece manzarasına karşı yemek yemek, Sultanahmet’te kısa bir yürüyüş bile bence İstanbul’da olmaya değer.
Kitabı okurken, sık sık uzman psikolog olabileceğinizi düşündüm… Zaten Psikoloji alanında da birçok çeviriniz mevcut. Kitapta da büyük imparatorların, filozofların, imparatoriçelerin görünen “büyük” ama alt metinde de hep “bedel ödemiş” taraflarını gösteriyorsunuz. Burada okuyucuya vermek istediğiniz mesajı, bir de sizden duymak isterim… Gerçekten de büyük işler başarmak; büyük bedelleri, büyük mutsuzlukları da beraberinde mi getiriyor?
Psikolog değilim. Ancak Psikonet Yayınları için çeviriler yapıyorum ve psikolojiyle de ilgileniyorum. Aynı zamanda internet üzerinden hazırlayıp sunduğumuz www.iyihissetmek.tv üzerinden yayınlanan psikoloji içerikli bir programımız var. Aslında arkeoloji eğitimi aldım ve ardından televizyoncu olarak çalıştım. Programlar hazırladım. Haber merkezlerinde çalıştım. Ardından medya danışmanlığı ve çeviri, editörlük işlerine başladım. Bu kitapta adı tarihe geçmiş, yüzyıllardır hatırlanan insanlardan İstanbullu olarak bahsetmek istedim. Büyük bedeller ödedikleri kesin. Zira hiç de kolay hayatları olmadığı ortada. Yaşamlarının ana hatları biliniyor ama ben daha ziyade kurgu olarak onların vicdanlarıyla konuşmalarını sağlamak istedim. Hiç birinin yerinde olmak istemezdim. Sorumlulukları büyük. Dilediklerince yaşayamadıklarını düşünüyorum.

Kitaptaki 7 tepeli turu bir kenara bırakalım. Kendinizi iyi hissetmediğiniz bir anda İstanbul’da moralinizi düzeltecek ilk üç yer hangisidir? Örneğin ben Tünel-Galata civarında kendimi hep iyi hissetmişimdir.
İstanbul’u çok sevdiğim kesin ama her zaman her koşulda kentte kendinizi iyi hissetmek mümkün olmayabiliyor. Liste uzun. Birinci favori mekanım kesinlikle Sultanahmet. Kentin 1. Tepesi ve civarı. Hipodrom, Ayasofya, Sultanahmet ve etrafındaki sarnıçlar. Yer altı İstanbul’unu da çok güzel buluyorum. Sükunet veriyor. Serin bir İstanbul havası sunuyor. Sıralamak zor ama ikincisi sanırım sahil yolundan Kumkapı’ya, Samatya’ya doğru gezinmek. Sur içinde olmayı seviyorum. Bana huzur veriyor. Üçüncüyü ararsak Kuzguncuk, Beylerbeyi, Kanlıca. Anadolu yakasından karşıya bakmanın tadı başka. Bir de orada hala yaşayan mütevazi sokaklar ve evler çok hoşuma gidiyor. Üç demiştiniz ama dördüncüyü eklemeden edemeyeceğim Anadolu Hisarı da favori mekanlarımdan. Beş de dersek Edirnekapı ve Eyüp diyelim.
En sevdiğiniz kent İstanbul… Başka hangi kentleri seversiniz? Onları da eşleştirdiğiniz bir tema var mı?
Tarihi kentleri çok seviyorum. Yaşanmış, dokunulmuş, iz bırakılmış, çok kültürlü kentleri. Türkiye’de Hatay, İzmir, Konya, Bozcaada, Foça, Mardin’i çok severek ziyaret ediyorum. Yurt dışında Kudüs, Beyrut, Londra, Fransa’dan Bordeaux ve Toulouse ilk aklıma gelenler. İtalya’nın müzelerini, küçük şehirlerini çok seviyorum. Uşaklıyım bu arada. Çocukluğum orada geçti. Ege Bölgesi’ni çok gezdim. Uşak ve etrafındaki antik kentleri de severim. Ege’de, özellikle deniz kıyısı kentlerde olmaktan hele de antik mekanları varsa, deniz mahsülleri yemeklerle de karşılaşırsam bayılıyorum.
Biraz da yazarlık ve okurluk serüveninizle ilgili sorular sormak istiyorum… Roman yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?
Özel olarak bir karar almadım. Çocukluğumdan beri yazmayı seviyorum. Gezdiğim gördüğüm yerlerden, okuduğum kitaplardan sürekli notlar alırım. Kağıt, kalemle gezmeyi hep sevdim. Okumak da çok sevdiğim bir çaba. İstanbul’la ilgili bir şeyler karalamak istedim.
Çeşitli yazma ritüelleriniz var mıdır? Muhakkak şu kalemle yazarım, asla bilgisayar kullanmam, şu saatlerde çalışırım gibi…
Ritüel olarak adlandırılacak bir şeyim yok. El yazısıyla not tutmayı severim. Sürekli not alırım. Kağıt, kalemsiz gezmem. Kendi odamda, bilgisayarımda yazarken rahat ederim. Genellikle gece veya sabah çok erken saatlerde çalışıyorum. Yalnız kalmayı seviyorum.
En çok sevdiğiniz yazarlar ya da eserler hangileridir? Örneğin, bir başucu kitabınız var mıdır?
Başucu kitabım yok ama sevdiğim yazarlar tabii ki var. Dostoyevski, Thomas Mann, Kafka, Marquez, Ahmet Hamdi Tanpınar, Georges Simenon, Virginia Woolf, Ruth Rendell, bir de Agatha Christie tutkunuyum. İskandinav polisiye yazarlarını da seviyorum. Aslında galiba en çok polisiye okumayı seviyorum.
Sonraki çalışmalarınızla ilgili bir planınız var mı? Bir sonraki kitabınız ne üzerine olacak?
Şimdilik belli değil. Tabii kısa notlar alıyorum. Elimde olmadan da bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama yolumun İstanbul’la kesişeceği kesin.