“Korkup kaçtığımız tutkuların, tadına bakmaya cesaret edemediğimiz nefis günahların anısı bize rahatlık, dirlik vermez. Ah, gençlik! Gençlik! Dünyada gençlikten başka hiç, ama hiçbir şey yoktur.”
Okuduğum bir yazıda “Terazi burcunun başucu kitabı” diye bahsediliyordu Dorian Gray’in Portresi‘nden. Gerçekten de, kitabın ilk satırlarından itibaren kitapta var olan bedensel güzellik, estetik, dünyevi zevkler ile resim, tiyatro gibi sanatın çeşitli dalları ve ne pahasına olursa olsun sahip olunan güzelliği koruma eğilimiyle neden böyle bir yakıştırma yapıldığını anlıyorsunuz bu kitaba. Ancak, dönemine göre oldukça cesur bir kitap olan Dorian Gray’in Portesi‘nde güzelliklere düşkün olan Terazi’nin esinlenebileceklerinden çok daha ötesini buluyorsunuz tabii ki.
Yazarı Oscar Wilde tarafından “bir ruhun hikayesi” olarak tanımlanan Dorian Gray’in Portresi ilk kez 1891 yılında basıldığında beraberinde birçok ‘ahlak’ tartışmasını da getirmiş. Ahlaksızlığı yücelttiği, toplum tarafından ‘onaylanmayan’ ilişki türlerine göz kırptığı ve sonsuz bir hazcılık çerçevesinde yazıldığı iddia edildiği için kitap olumsuz yönde eleştirilmiş. Bu noktada ister istemez bir parantez açıyor ve 1891’in İngiltere’sinde yapılan bu tartışmaların, 2015’in Türkiye’sinde daha da vahim bir şekilde tartışılıyor olduğunu acı bir şekilde fark ediyorum.
Gençlik, güzellik, yaşlılık, ölüm, ahlak, dostluk, pişmanlık ve haz üzerine son derece akıcı bir anlatıma sahip bir kitap Dorian Gray’in Portresi. Lord Henry’nin saf ve dünyalar güzeli Dorian’ın beynini ve ruhunu ele geçirişi üzerine yazılmış, desem bence yanılmış sayılmam. Siz de benim gibi her okuduğunuz kitapta bir karakterle kendinizi özdeşleştiren biriyseniz, bu kitabı okurken kitaptan alacaklarınız, kendinizi özdeşleştirdiğiniz karaktere göre, değişecek: Son derece güzel, genç ve yönlendirilmeye hazır Dorian mısınız, oldukça yoğun ve manevi hislerle dostunu seven, hatta ona bir tür aşkla bağlı Basil misiniz yoksa haz peşinde koşan Lord Henry misiniz? Bu üç karakter arasında çizgiler o kadar net ki, başından sonuna kadar tek birine hak verip tüm dünyayı onun bakış açısından yorumluyorsunuz. Ben, normal şartlarda taban tabana zıt karakterler olsak da, kitapta altını çizdiğim yerlerin çoğunlukla Lord Henry‘e ait cümleler olduğundan da anlaşılacağı üzere; Dorian’ın ruh – beden arasında yaşadığı büyük ikilem ya da ressam Basil’in yoğun manevi ve bu dünyadan uzak hislerindense, Lord Henry’in dünyayı yorumlayışından daha çok etkilendim okurken. Belki imrendim, belki de alışmadığım bir bakış açısına sahip olduğundan etkilendim, bilmiyorum ama kitabı ilk okuduğumda, Lord Henry sadece Dorian’ı değil, beni de ele geçirdi. Dorian‘ın, tabii ki Basil‘in karşı çıkması ve Lord Henry‘nin yönlendirmesi ile, güzelliğini ve gençliğini sonsuza kadar koruyacak, kendisi yerine yaşlanacak bir portreye teslim olması anlatılıyor bu kitapta. Bir gün yaşlanacak olmayı hala kabullenememiş biri olarak, benim yerime yaşlanacak ve buruşacak bir portre fikri bana da çok cazip geldi açıkçası. Çünkü Lord Henry’nin dediği gibi “Gençliğiniz gidince güzelliğiniz de gidecek, o zaman birden göreceksiniz ki kazanabileceğiniz zafer kalmamış. Ya da adi birtakım zaferlerle yetinmek zorunda kalacaksınız ki, geçmişin anıları bu zaferleri yenilgiden de acı kılacak sizin için.” Ancak, ruhunu geliştirecek olan yaşamın, bedenini çirkinleştirmesine izin vermek istemeyen, güzelliği sonsuza kadar kalacak olan her şeyi kıskanan ve sonsuza kadar genç ve güzel kalmanın cazibesine kapılan Dorian, kitabın sonunda ruhunun kirlenmesine daha fazla dayanamayıp portreyi ve kendini yok ettiğinde ben de bu düşüncemi sorgularken buldum kendimi. Keşke hep genç ve güzel kalmanın bedeli ruhun kirlenmesi olmasa…
Tüm tabulardan arınmış olarak tekrar tekrar okunmayı ve üzerinde düşünmeyi hak ediyor Oscar Wilde’ın bu kitabı. Ressam Basil’in elinden, dostu Dorian’ı, hem de bizzat kendi yaptığı portresiyle alan ve düşünceleriyle zehirleyip onun sonunu getiren Lord Henry aslında sevilmeyi hak etmiyor gibi görünse de; dile getirdikleri o kadar gerçek ve çekici ki, hayatımın sonuna kadar, neden yaşlanıp çirkinleşmek zorunda olduğumu sorgulayacak, dünyada en şanslıların aptallar ve çirkinler olduğuna isyan edecek ve Lord Henry’i seveceğim. Çünkü aslında belki de o benim “işlemeyi göze alamadığım tüm günahları” simgeleyecek.
Burcu Arslan
Uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. "Dünya bir düştür."
Permalink