Hayatla aranıza boşluk girdiği zamanlar olur, biraz kaybolduğunuz, kaçma hissi doğuran. O zamanlarda boşluğu doldurmak için küçük sebepler ararım; müzik, dostlar, kısa seyahatler, çoğunlukla da bir kitap. Tam böyle bir vakitte sevgili Ayşe bana Jean Echenoz‘u hediye etti.

O sabah “bu ara yazmalıyım” demiştim. Elimde tuttuğum Bir Yıl gözüme çarptı. Zamanıymış demek ki, aradan iki saat geçmeden Ayşe kapımda durdu, “Jean Echenoz’u yazsana” dedi. Gülümsememden, içimdekini okuduğunu anlamıştır eminim. Onun önerisi, ve aynı gün kazanılan değerli bir arkadaş aracılığıyla yazıyorum.
Bir Yıl (özgün adıyla Un An), 50 sayfalık kısa bir roman, Mehmet Emin Özcan çevirisiyle Helikopter Yayınları tarafından basılmış. İlk kez Şubat 2012’de çıkan kitabın 2. baskısı Mayıs 2015’e denk geliyor. Sade, mütevazı, beyaz bir kapağı zenginleştiren kırmızı şerit sayfalar; basit gibi görünen kitabın ne kadar dolu ve kıymetli olduğuna ipucu gibi.
Mütevazı dememin bir diğer sebebi de, Echenoz’la ilgili bilgiyi kitap sayfalarının vermemesi. Yazarla ilgili bilgi için biraz araştırma yapmam gerekti. 1947 doğumlu Echenoz “Fransız romanının üstadı” olarak geçiyor. 1914, Ben Gidiyorum, Şimşekler, Koşmak, yine Helikopter’den çıkan ve Türkçe‘ye çevrilmiş kitapları. Bunların dışında Piyano, Ravel ve Jerome Lindon var. Echenoz ilk kitabını 30 yaşında yayımlamış, 15 kitap yazmış ve Prix Goncourt gibi birçok edebiyat ödülü almış.
Echenoz’u “üstat” kılan özellik betimlemeleri. Bunu o kadar içten, katıksız, akıcı ve başarılı yapıyor ki, kitabı okurken bir yandan da gözünüzün önünde mekânlar ve insanlar beliriyor. Başkahramanın trene bindiği istasyon tüm detaylarıyla gözünüzün önünde canlanıyor, üç ay boyunca yaşamak için kiraladığı evde komodinin çekmecesinden düşen tozu kokluyorsunuz, çalınan parasını sakladığı çarşafın kat yerlerindeki sarı lekeyi görüyorsunuz…
Bir Yıl, genç bir kadının “anımsamadığı” bir olay sonrası aniden, hesapsızca yaşadığı şehri bırakarak “gitme”siyle başlıyor. Girişte yazdığım gibi, biz her zaman “gitmek” isteriz ya, kitabın ilk sayfalarında bunun ne kadar basit olduğunu okuyorsunuz Victoire’da, haritayı eline alıp rastgele bir tren seçerek, cepte biraz parayla… Sayfalar ilerledikçe aslında bunun gitmek değil de “kaçmak,” hatta “kaybolmak” olduğunu anlıyorsunuz. Victoire kayboldukça, okuru da içine çekiyor, bir yandan da aslında hiçbir şeyin basit olmadığını görüyorsunuz.
50 sayfa boyunca sürekli bir soru sorma hali kaplıyor okuru, Victoire neden kaçıyor, Felix öldü mü, kim öldürdü, Louis-Phillip’in Victoire’la bağlantısı ne, yalnızlık hissi hep mi bâki… Kitabın sonunda asıl sorunun bambaşka olduğunu okuyorsunuz.
Bir anda fark ediyorsunuz ki aslında Victoire kaçmıyor, kendisine dönüyor. Kaybolduğunu sandığı o yankısız sessizlikte, içten olmayan ilişkilerde hep kendisini sorguluyor. Bir yönde kaybolarak aslında kendisini arıyor; çünkü “kendimizi kaybetmezsek kaybolur gideriz.”
Bir yandan Victoire’ın düşüşünü verirken, ölüm ve aşk gibi kavramları dahi basitleştirerek anlatıyor Echenoz; fahişeliği, hırsızlığı olağanmış gibi veriyor. Okura “biz galiba fazla sorguluyor ya da büyütüyoruz” dedirterek.
Genç kızın düşüşüne, sefilliğine üzülürken kitap boyunca olmadık zamanlarda bir kaybolup bir beliren Louis-Philippe’in haberiyle her şey yoluna girecek umuduna kapılıyorsunuz. Fakat yazar öyle bir sonla ve amansız noktalıyor ki, tek kelimeyle “afallıyorsunuz.” Sırf bu şaşkınlık ve “acabalar” için kitabı tekrar okuyabilirim.
Yine Echenoz’dan bir kitapla noktalayacağım; savaşın ne kadar anlamsız olduğunu, acıdan başka sonucu olamayacağını anlatan 1914’ü şu sıralar okumanızı tavsiye ederim.
Tekrar karşılaşmak dileğiyle,
Cana Tülüş
About begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası







//
Yorumunuza tümüyle katılıyorum, ben de bu sene keşfettim Jean Echenoz’u. 15 kitabı varmış, bulabildiğim 6 kitabını okudum. Bence yaşayan en iyi yazarlardan biri Fransız romancı.