Bu kitabın etkisi büyüktür bende, ve eminim okuyan herkeste… Tante Rosa‘dan bahsederken çok ayrıntılı olarak yorum yapmam biraz zor olacak çünkü kitap elimde değil ve bölüm bölüm analizini yapmam mümkün değil fakat zamanında yani 1968’de tarz ve konu bağlamında anlaşılamamış (Emir Ali Çevirme’nin yorumuyla ‘anlaşılamamış’ olduğunu öğrendim) olan Sevgi Soysal’ın bu klasiği bugün okunduğu zaman tam bir açıklıkla feminist oluşundan öte topluma, dine, zamana, insanlara ve bir kadının diğer kadınlar tarafından ataerkil bir sistem içinde değerlendirilmesine bir başkaldırıdır.

Çekip gitmelerin, özgürlüğün, kadınlığın, kadın doğmanın, kadın olmanın ve insan kalmanın romanıdır Tante Rosa. İlk okuduğumda otobüsteydim Antalya-Mersin yolunda. Bir solukta okumuştum, hatırlarım 19 yaşındaydım. Olmuş bir 11 sene ama ben kitabı ve okuduğum günü dün gibi anımsıyorum. Bu kitabı okuduktan sonra şunu öğrendim: Sevgi Soysal ‘kendini çok başarısız, varlığını anlamsız, hiçbir şeyi gerçekleştirememiş’ bulduğu zamanda yazar Tante Rosa’yı. (p.54) Bu sebeple de özel bir romandır, çünkü yazarın iç dünyasına ve ailesine dair fikir sahibi oluruz bu hayalperest karakter sayesinde.
Bırakıp gitmelerine hayran kaldım Tante Rosa’nın. Hiçbir kadın öyle kolay kolay bırakıp gidemez çünkü. Adamlar gider, canım, ne var bunda? Ama kadın gitti mi kötü olur. Vicdansızdır, hayırsızdır, nasıl anne o öyle deriz? Peki hiç şu sorulur mu acaba: Gitmese de içten içe ölse miydi? Bilmese miydi yaşamayı, genç yaşta evlendi diye, çoluğa çocuğa karıştı diye öğrenmese miydi hayatı?
Bu noktada Tante Rosa üzerine yorumlara ve yazılanlara bakarken Emir Ali Çevirme’nin bu kitabın üzerine yaptığı güzel bir değerlendirmeyi buldum internette: http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20EDEBIYATI/emir_ali_cevirme_sevgi_soysal.pdf
Onun yaptığı alıntıdan ben de faydalanmadan önce şöyle bir açıklamada bulunayım. Hatırladığım kadarıyla bir gün Tante Rosa bıkar artık pazar günlerinin rutininden: Çan seslerinden, çocuklara yemek hazırlama derdinden, her kilise sonrası gelen pazar sevişmelerinden… Rosa maceraperest bir ruhtur ve aykırıdır da. Sevgi Soysal bunu ifade edince biz de rutini sorgulamaya başlarız. Fakat her rutini maalesef bir kınanma ile karşılanır: Toplumsal, zamansal, ruhsal, dinsel yahut fiziksel her türlü rutin. Rosa toplumun ona dayattıklarını ve yaşamak zorunda kaldığı hayatı terk edince hem dinden hem de toplumdan aforoz edilir:
‘Sizlerle Başbaşa’ dergisinde diyordu ki, bir kadın bırakmış kocasını, yavrularını, hem de Katolik bir kadın, bir köyü bırakmış, o kadar saygılı kişilerin yaşadığı ve güneyin en saygılı papazının vaaz verdiği köyü, kilise kadını, o köyün kilisesi kadını aforoz etmiş diyordu, aforoz etmiş yaaa, o kadınlar, sümüklü çocuklar, her pazar dayanılmaz şekilde erkekleşiveren kocaları hep bunları dinlemişler, pazar sabahı papaz hep o kadını anlatmış, kocası sanki köyün kahramanı, bütün şapkalı kadınlar, o Pazar, Tante Rosa’nın kocasını kaz kızarmasına davet etmede yarış etmişler, elma pastalarını porselen tabağa doldurmada, daha daha doldurmada yarış etmişler. Kilise, papaz, koca, hizmetçi, aforoz yarışı etmişler.
Bu güzel alıntı bize aynı zamanda Sevgi Soysal’ın ve onun yarattığı karakterin ne kadar espritüel ve eğlenceli olduklarını, olup bitene dışardan ve farklı gözlerle bakmayı becerebildiklerini gösterir. İşte bu yüzden de Tante Rosa dışardan bakıp gördüğü şeyi sevmez. Plato’nun mağarasından ilk çıkan ve insanlara dışarıyı anlatan kadındır Tante Rosa.
Tante Rosa’nın yaptıkları büyük cesaret, geniş bir hayal gücü ve naiflik göstergesidir. Zannedilir ki risk almak kolaydır kimi zaman. Terk etmek kolaya kaçmaktır. Ama bir o kadar da kırılarak kaçar insan kaçarken, ele avuca sığmazsa hayal gücü, eğer sıkışıp kalmışsa, çok mu fazladır kendi büfesini açmak istemesi Tante Rosa gibi? Çok mu fazladır ona dünyadan bahseden kocasını öve öve bitirememesi, en çok da keman çalan kocasını sevmesi ve onunla mutlu olmak istemesi? Bu kitap benim için büyük bir aydınlanma unsuru oldu, eminim ki sizi de bir yandan gülümsetirken bir yandan büyüleyecektir. Çünkü ilginç insanlar, hayallerini kovalayanlar, umutlarını yitirmeyenler, kendi kendine güçlü olmayı başaranlar ve başkalarının kınalamalarına aldırmaksızın yaşayabilenler, Tante Rosa gibi aklımızı çeler ve bizi bulunduğumuz kısıtlamalardan ve özgürlüğümüzün elimizden alındığı zamanlardan koparır.

Yüreğinin götürdüğü yere gider Tante Rosa, bu hikâye biraz da Sevgi Soysal’ın hikâyesine benzer. Sevgi Soysal Mümtaz Soysal’a bir röportaj için gider ve aşık olur. Hapishanede evlenirler. Soysal’ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976) romanı onun hapishanedeki anılarını anlatır. Sevgi Soysal maalesef genç sayılacak bir yaşta vefat eder. 40 yaşında. Ardında bir sürü roman ve deneme bırakır. Soysal’ın samimi dili, akıcı anlatımı, metaforları, zamanın aydınlarının yaşadıkları ikircikli hayatı anlattığı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti mesela, edebiyat zevkini unutulmaz kılar. Feminizmin F’sini yaşamadan, Soysal sayesinde kadın olmanın ve özgürlüğün ne demek olduğunu kitaplarında gözlemledim. Sizlere de dayatmaksızın büyük bir gönül hoşluğuyla tavsiye ediyorum: Bakmak, Yürümek, Yenişehir’de bir Öğle Vakti, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ve elbette Tante Rosa.
Ayrıca izlemek isterseniz eğer Sevgi Soysal’ın 12 Mart’ı anlattığı videoya burdan ulaşabilirsiniz, kendisi Çetin Altan ve Yaşar Kemal gibi aydınlarla beraber yargılanmıştı:
sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.