“Kederden ölüyormuş gibi yaparak yürüdüm karanlığa kederden ölerek.”
Hepimizin malumu olacağı üzere, ön yargıları yıkmak zordur. Benim, çok da belirgin bir nedene dayanmayan, Orhan Pamuk ön yargımı aşmam da oldukça zor oldu. Birçok kişi için, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösteren bir dönüm noktası olarak algılanan 30 yaşa girişte, ben de beni engelleyen, yavaşlatan, yoran ön yargılarımdan kurtulmanın bir işareti olarak Orhan Pamuk okumaya karar verdim. Sizler ve Orhan Pamuk için pek de önemli olmayan bu kararım neticesinde edindiğim Cevdet Bey ve Oğulları, Masumiyet Müzesi ve Yeni Hayat‘ın arasından, aldığım kararın ana fikrine isim olarak en çok uyan Yeni Hayat‘ı seçtim ilk Orhan Pamuk kitabım olarak. Buraya onun yorumunu yazmak ise başlı başına bir cesaret işi benim için. Bu nedenle, çok da hakim olmadığım bir yazarın ilk okuduğum bu ağır ve derinlikli kitabı hakkında yazarken, olası eksiklerim, kusurlarım, yanlış ifadelerim için, uzmanlarından özür dilerim.
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” gibi oldukça basit, iddialı, çekici ve kolay anlaşılır bir cümleyle başlayıp da, okuduktan sonra tekrar tekrar satırları arasında dolaştığım; buna rağmen kafamdaki soru işaretlerini gideremediğim başka bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Kitap net bir sonla bitiyor gibi görünse de, sayfalarının arasında defalarca dolaştıktan sonra aslında, ‘efsunlu’ kelimesinin tam olarak karşılık bulduğu Yeni Hayat‘ın bir arayış kitabı olduğunu ve aslolanın da bu arayış yolculuğu olduğunu anladım. Yolculuklar, trenler, otobüsler, kazalar, kumpaslar, siyasi kaygılar, sorular, yanlış cevaplar, hüzün, keder, aşk, kıskançlık, kaybediş, arayış, keşfediş var bu kitapta. Büyük umutlar, yanlış hesaplar, korkular, umutsuzluklar, her şeyin başladığı ‘o nokta’ya ulaşmaya çalışırken aslında başa dönüş, kendine dönüş var. İstanbul var, taşra var, eşyaların ruhu olduğuna inanan adamlarla, ‘dış güçlerin oyunları’nı bozmak için çalışıp çabalayan, bu oyunlardan birinin de insanlara yeni bir hayat vadeden bu kitap olduğunu düşünen kalbi kırık bayiler var.
Dediğim gibi aslolan yolculuk ve arayış olsa da, kitabın ne anlattığından da az çok bahsetmek gerekiyor sanırım. ‘Tesadüfen’ keşfettiği ve kendisinin tesadüf sandığı bu keşfin aslında bir kurgudan ibaret olduğunu sonradan öğrendiği bir kitabı okuyup, kitabın kendisine vadettiği yeni hayatın peşine düşen ve tüm hayatı değişen bir üniversite öğrencisinin yolculuğunu anlatıyor Yeni Hayat. Kitabın karşı konulamaz ışığı, kitabı onunla tanıştıran Canan’a aşık oluşu ile iyice güçleniyor. Kahramanımız Osman, kitapta ve Canan’a olan aşkında ‘öteki hayatın eşiğinden sızan ışığı’ görmüştü, o ana kadar ‘bilmediklerini ve bildiklerini’ görmüştü, ‘kendi hayatını’ ve ‘kendi hayatının alacağını sandığı yolu’ görmüştü. Bu güce karşı duramıyordu. Kitabı adeta bir ayin gibi tekrar tekrar okuyor hatta yazıyor, geceleri boş sokaklarda amaçsızca dolaşıyor, geçmişe dönüyor, anılarını yokluyor ve çocuk kitapları yazan aile dostu emekli TCDD müfettişi rahmetli Rıfkı Amca’nın yazdığı resimli kitapları okurkenki gibi bir merak ve heyecan duyuyordu. Pamuk, Osman’ın kitapla ilgili hislerini ve düşüncelerini anlatırken öyle güçlü kelimelerle öyle yoğun bir tasvir kullanmış ki, bahsi geçen kitabın gizemine, karanlığına ve ışığına kendimi kaptırmam oldukça kolay oldu. “Kitap suların dibinde asırlardır yatan kayıp bir hazineyi bulup ortaya çıkarıyor ve ben satırlar ve kelimeler arasında bulduklarıma, şimdi artık bu da benim, demek istiyordum.” diyordu ve ekliyordu: “Kitap içime yalnızca bir sır ve günah gibi sinmekle kalmamış, beni bir rüyadaki gibi bir çeşit dilsizliğe sürüklemişti. Neredeydi konuşabileceğim bana benzer kişiler, yüreğime seslenen rüyayı bulabileceğim ülke neredeydi?
Bu soru ve Canan’a olan aşkı, Osman’ı bir yolculuğa sürüklüyordu. Canan, kitabı kendisiyle tanıştıran ve ortadan kaybolan Mehmet’i bulmak için evini terk edip bir arayış yolculuğuna çıkmıştı. Osman, hem yeni dünyayı hem de Canan’ı bulmak için, “Nedir hayat? Bir zaman! Nedir zaman? Bir kaza! Nedir kaza? Bir hayat, yeni bir hayat…” nakaratıyla günler geceler boyunca otobüslere biniyor, otobüslerden iniyor, hiç bilmediği, adını bile duymadığı kasabalara gidiyor, derme çatma garajlarda vakit geçiriyor, sonra nereye gittiğini bilmediği başka otobüslere biniyordu. Kazalar oluyor, hep arka taraflardaki 37 numaralı koltuğa oturduğu için, kazalardan canlı kurtuluyor, aynı kazalarda ölen yolcuların cüzdanlarından para ve kimliklerini alarak yolculuğuna devam ediyordu. Bu kazalar, yani ‘ruhun gövdeden ayrılmakla ayrılmamak arasında kararsız kaldığı mutlu hafiflik anları’, kitapta bahsi geçen o ‘melek’e en çok yaklaşılan anlardır. “Doğru: Kazalar çıkıştır, çıkıştır kazalar… Melek o çıkış zamanındaki sihrin içinde görülür ve o zaman hayat dediğimiz kargaşanın asıl anlamı gözlerimizin önünde belirir.” Aylarca sürdürdüğü bu otobüs yolculuklarında sonunda Canan’la karşılaşıyor ve beraberce aşık olduğu kadının aşık olduğu adamı aramaya başlıyorlar. Aşktan bahsederken “Aşk, birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir.” diyen Osman için asıl acı olan sonsuz yolculuk değil, sevdiği kadının gözünde başka birini görmesidir. Kitabın bundan sonraki kısmı; Canan ve Osman’ın farklı kimlikler kullanarak kalbi kırık bayiler toplantısına gitmeleri, burada tüm bu bayileri büyük kumpasa karşı örgütleyen Dr. Narin’le tanışmaları ve bu kişinin Mehmet’in babası olduğunu öğrenmeleri, Mehmet’in gerçek adının aslında Nahit olması, Osman’ın tekrar yollara düşerek kasaba kasaba dolaşıp Mehmet’i yani Nahit’i araması ve onu Osman olarak bulması, onu hem sevip hem ondan nefret etmesi ve öldürmesi, Canan’ı kaybetmesi, İstanbul’a dönüp evlenip çocuk yapması ama kitabı tekrar okuyarak hala tamamlamadığı yolculuğunun farkına varması, hatıralarını canlandırarak tekrar Rıfkı Amca’nın evine gitmesi ve orada çocukluğunun Yeni Hayat marka karamelalarını görmesi, bu karamelaları üreten fabrikayı ve o fabrikanın sahibini bulmak için tekrar otobüslerle yollara düşmesi ve dönüş yolunda bir mola yerinde hüngür hüngür ağlayıp kendisine verilen bir nane şekerini yerken yaşadığı aydınlanma sonrası, geçmişini o koltukla birlikte geride bırakmanın bir işareti olarak oturduğu 37 numaralı koltuktan kalkıp en ön koltuğa geçip içi ferah bir şekilde, hayatının o andan sonraki kısmını umutla düşünürken, karşı şeritten otobüsün üzerinde doğru hızla gelen kamyonun ışığında gördüğü ‘melek’le son buluyor.

Bir çırpıda olanları özetlemiş olsam da, başta da dediğim gibi, bu romanda mühim olan olaylar değil; bu bir arayışın romanı, olayların değil. Bu yolcuklukta, Pamuk‘un tasvirleri, ince mizahı, kelimelerinin kuvveti, kitabın tamamını kapsayan o efsun, Osman’ın umudu, aşkı, yolculuğu, kıskançlığı, korkuları, kendini yargılamaları, bunu yaparken birden öfkesini bize, yani okuyucuya yöneltmesi oldukça etkileyici. Kitabın sonlarına doğru birden karşıma çıkan şu soru beni afallatıp, ister istemez sayfaların arasında şöyle bir dolaştırıp kaçırdığım bir şeylerin olup olmadığını kontrol ettirdi bana: “Benim zekâmdan kuşkuya düşen saldırgan ve alaycı okura ben de saldırgan bir şekilde elinde tuttuğu kitabın her köşesinde yeterince dikkat ve zekâ gösterip göstermediğini sorayım mı?”
Kitabın başındaki bazı cümlelerin kitabın sonlarında aynı şekilde tekrar karşıma çıkması, Osman’ın Mehmet’le aynı yollardan geçip, sonunda Mehmet’i Osman olarak karşısında bulması, aşık olduğu kadının adının Allah’ın isimlerinden biri olan Canan olması, tüm o yolculukların sonunda kendisine dönüp baktığında, aslında kitabın değil, hayatın ta kendisinin sihirli olduğunu fark etmesi gibi ayrıntılar, konu hakkında derinlikli bir bilgiye sahip olmamakla birlikte, tüm bu arayış ve yolculuğun aslında tasavvufi bir aşkı ve yolculuğu anlattığını gösteriyor olabilir.
İster tasavvufi bir aşkın yolculuğunu ister kendini ‘başkalarından ayırmak, herkesinkinden daha başka bir amacı olan özel biri olarak görmek isteyen’ bir gencin okuduğu bir kitaba fazlaca anlam yüklemesi sonucu çıktığı otobüs yolculuklarını, Canan isimli bir kadına olan güçlü aşkını ve bu aşk nedeniyle yaşadığı acıyı, kıskançlığı, kederi anlatsın, Yeni Hayat okuyucusunu içine çeken, gizemli, karanlık, aynı anda pek çok şey anlatan, çok güçlü bir kitap. Belki de bu gücü nedeniyle kitabı bitirip sayfalarını tekrar tekrar karıştırırken ve bu yazıyı yazarken dahil, bende bıraktığı his ‘rahatsızlık’ oldu. Bundan kurtulmanın tek yolu da sırrı çözmek ve anlamak için daha fazla sorgulamamak ve unutmak sanırım. Ne de olsa “hiçbir şey, her şeyi unutabilmenin verdiği huzurdan daha değerli olamaz.”
Burcu Arslan
Uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. "Dünya bir düştür."
//
Buraya onun yorumunu yazmak bile başlıbaşına bir cesaret işi demiş eleştirmen. Bende yazısı radikalde yayınlandıktan sonra yorum yazmak bir cesaret işi benim için diyeceğim. Ancak yinede tüm cesaretimi toplayıp yazıyorum.
Yeni hayat benim içinde bir başlangıç kitabı oldu. Orhan Pamuk’suz bir dönemin başlangıcı.. O kadar çok okur ve okumazın elinde, çantasındaydı ki bu kitap Pamuk’tan nefret ettim. Kitabı okuduğumda da belki bu yüzden belki de bir kitabın arkasına düşüp şehir şehir dolaşmak o dönemde bana mantıklı gelmedipinden gerçekçi gelmemiş sevmemiştim kitabı. Ancak seneler sonra bu yazıyı okuyunca haksızlık ettiğimi anladım. Bu anlamda teşekkürler sayın eleştirmen..
““Aşk, birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir.” diyen Osman için asıl acı olan sonsuz yolculuk değil, sevdiği kadının gözünde başka birini görmesidir. ” Belki de bana beni hatırlattığı için sevememiştim bu kitabı..
Yazınıza gelince sayın eleştirmen, her ne kadar eski ve bilinen bir kitabı yazıyor olsanız da yeni okuyucuları da göz önünde tutup özet geçmeseydiniz. Gerçi siz de olayın farkındasınız ki bir noktada günah çıkartır gibi “bir çırpıda olanları özetlemiş olsam da, başta da dediğim gibi, bu romanda mühim olan olaylar değil; bu bir arayışın romanı, olayların değil.” deseniz de “haydi çocuklar şimdi yazın okuduğumuz kitapların özetini çıkartalım mı?” sorusunun cevabını okuyucuya bıraksaydınız daha iyi olurdu diye düşünüyorum naçizane..
Bu kitaba tekrar özlem duyuran yazınız için teşekkürler.. Yazarsanız eğer Cevdet Bey ve Oğullarını heyecanla bekliyorum..
Cahil Cesaretli Aynacı
Permalink
Permalink
Permalink