Bir şeyler yanlıştı…
Sitemizdeki yazıları takip edenler benim Murakami sevgimden ve daha önce kendisinin eserleri üzerine yazdığı yorumlardan da haberdarlardır. Bilmeyip merak edenler de linkten yazılara ulaşabilirler. Uzun bir aradan sonra bu yazımda da bir Murakami eserinden bahsedeceğim. Bu seferki yazı Murakami’nin yayınlanan son kitabı Uyku üzerine.
Uyku, Murakami’nin uzun bir öyküsü. Diğer kitaplardan farklı olarak bu eser, kalın cildi ve özel kalite kağıtlara basılmış, Kat Menschik tarafından yapılmış illüstrasyon eklemeleri ile özel bir baskıya sahip. Kitabın ana karakteri olan kadın, dışarıdan bakıldığından herkesin gıpte ettiği bir hayata sahip: Doktor bir eş, çocuk, düzenli bir aile yaşantısı, ev, araba. “Böyle bir hayatta ne sıkıntı olabilir ki?” diye sorduran bir hayat. Her şeyin programlı bir tekdüzelikte devam ettiği bir yaşam. Bu döngü, hiç uyumamaya başlamasıyla sekteye uğruyor. Aslında rutin hayatında bir değişiklik yok, uykusuzluk yorgunluk da yaratmıyor ama enteresan bir bilinç yaratıyor. “Uykuyu bir tarafa atmak sayesinde, kendimi de genişletmiş, büyütmüştüm” cümlesiyle de ifade ettiği gibi kendisine yeni bir alan yaratıyor aslında.
Neden uykusuz kalıyor peki? Bunun cevabı belki de bu satırlarda gizli, “Bu, bir günün üçte birine denk gelen zaman, bugüne kadar “uyku” diye, “sakinleşmek için tedavi biçimi” diye adlandırdıkları eylem tarafından tüketiliyordu. Fakat bu süre artık bana aitti. Hiç kimseye değil. Bana.” Uyku dışındaki hayatını eşi ve çocuğun rutinlerine göre şekillendirmiş ve bunun dışında bir hayatı olmayan birisinin uyanışı aslında bu uykusuzluk. Bu uykusuzluk sırasında ne yapıyor peki? Devamlı olarak Anna Karenina’yı okuyor. Bu kitabın anlamı da büyük aslında. Kapana kısılmış hisseden başka bir kadının hayatını değiştirmeye çalışmasının trajik öyküsü. Bu anlamda kendisi ile Anna Karenina arasında bağlantı kurduğu aşikâr. Sanılmasın ki burada öykünün sonunu söyledim. Tabi ki Murakami diğer eserlerinde de olduğu gibi öykünün sonunu okuyucunun hayal gücüne bırakıyor. Ancak Anna Karenina’nın eşi ile Uyku’nun ana karakteri kadının eşinin ciddi bir benzerliği var bence. Eşinin başkaları tarafından ideal olarak nitelendirilecek varlığı sadece sinirini bozuyor. “O ‘şikâyet edecek tek bir yanı yok’ ifadesi içerisinde, hayal gücünün dahil olmasına izin vermeyen bir şeyler, insanı tuhaf bir şekilde geren bir şeyler vardı. Bu da tepemi attırıyordu.”
Kitap, aslında bir kadının varoluşunu anlamlandırma çabası. Uyku ise bu çabayı sekteye uğrattıran bir faktör kadının hayatından çıkardığı bir rutin. Eşini ve çocuğunu hayatından çıkartamadığı için kendine zaman yaratmak adına uykuyu hayatından çıkartan bir kadın ve onun düşünceleri. Bunu da gayet başarılı bir şekilde yapıyor. Murakami’nin yazım tarzıyla tanışmak için güzel bir şans olabilir.
Kitaba dair bir eleştirim yok yalnız bir tek noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. Bu kadar alengirli bir baskı yapılmışken baskı hatasını kabul edemiyorum. “Sohbet” kelimesinin “sobhet” olarak yazılması çok rahatsız edici olmuş (s.15). Yaprak kalitesinden ziyade içerik ve yazım kurallarına dikkat edersek edebiyat açısından daha büyük bir faydamız olur diye düşünüyorum. Tabi kaygımız edebiyat ise…
Twitter •