(Mesnevi)
ARAF
Bu başlıklarla bağlantılı bir diğer konu ise romanda ele alınan dil meselesidir. Dilin yabancılaşma olgusuyla yer yer iç içe geçmiş bir şekilde anlatıldığını görmekteyiz. Farklı ülkelerde insanların yabancılaşma sürecinin ilk olarak isimlerinden başladığı var sayımı üzerinden hareket eden yazar; Ömer’in isminin noktalarını kaybederek “Omar Ozsipahioglu” oluşuyla dil konusundaki tezini şekillendirmeye başlar. Bu noktada dil ile kimlik sorununu da birleştirmektedir yazar. Romanın devamında ev arkadaşları olan Ömer, Adeb ve Piyu arasındaki dil sorunları ve tek ortak noktaları olan İngilizce üzerinden anlaşmaya çalıştıklarında kimi zaman anadillerine duydukları ihtiyacın altı çizilmekdir. Diğer bir vurguysa, yabancı bir dilin kişinin hayatına dahil olma sürecinde yaşattığı değişimle ilgilidir. Bu değişimi şu şekilde aktarıyor yazar; “ İngilizce rüya görmeye başlamak bir eşiktir, daha büyük bir değişimin, , insanın artık aynı kişi olmasına izin vermeyecek kadar derinden bir değişimin yolda olduğunu gösteren bir işaret...” Romanın yazılma dilinin de İngilizce olduğunu düşündüğümüzde aslında konu daha net anlaşılmaktadır. Araf, Elif Şafak’ın diğer romanlarının aksine dili en akıcı ve sade olan romanıdır.
Araf ile ilgili yorumlarımı toparlamadan önce, romana yapılan bir kaç eleştiriden de bahsetmek istiyorum. Roman kimlik, zaman, yabancılık gibi iddialı kavramlar üzerinden kendini şekillendirirken 11 Eylül saldırılarına ve sonrasında Amerika’da yaşanan fobiye yer verilmemiş olması zamansallık açısından Fuat Keyman tarafından ciddi biçimde eleştirilen ve eksik görülen bir alandır ( 18 Temmuz 2004, Radikal 2). Bu noktada sorulması gereken belki de kurmacada gerçek tarihsel sürekliliğe ne kadar bağlı kalınması gerektiğidir. Diğer bir eleştiri konusu ise Asuman Kafaoğlu-Büke, “Araf ya da Beklemedeki Ruhlar” ( Cumhuriyet Kitap Eki, 13 Mayıs 2004 ) başlıklı yazısında da yer almakta olan; çokça geçen filozof isimleridir. Benim şahsi fikrimce de yazarın -Ahmet Mithat Efendi kadar olmasa da- bilgi verme çabası okuyucuya gösteriş şeklinde yansıyabilmektedir.
Araf’a dönecek olursak, romanda ele alınan bir diğer konu ise “zaman” kavramıdır.Yazar, romanda zamanın çok derin felsefi bir çözümlemesini yapmamış ancak zamanı; ölçülmesi ve zaman/modernlik açısından ele almıştır. Romanın baş karakteri olan Ömer, zamanı; “ölü ve canlı bedenlerin içinde birlikte yüzdüğü azgın bir akıntı”(s.79)ya benzetmektedir ve bu nedenle geleneksel zaman ölçme sistemini reddedip, alternatif olarak müzikle zaman belirleme metodu geliştirmiştir. Aynı zamanda Ömer, Amerika’ya geldiğinde zamanla ilgili dilsel ve kültürel bir farklılığı da “ ...Türkçede zamanı öğrenmek için insanlara ‘saat’ sorulurdu. Halbuki İngilizcede zamanı öğrenmek için insanlara ‘zaman’soruluyordu. İngilizcede insanın zamana sahip olduğu ya da olabileceği hissi vardı, halbuki Türkçede zamanı ölçme aracına sahiptin ama zamanın kendisine asla…”(s.80) sözleriyle anlatır. Romanda üstüne çokça vurgu yapılmasa da bir diğer zaman problemi de; Türkiye, Fas, Amerika, Meksika arasındaki zaman/gelişmişlik farkı. Baş karakterlerden olan, Abed ve Ömer’in kültürel farklılıklarını geri kalmışlıkla özdeşleştirmeleri şeklinde ortaya çıkar. Bu zaman/gelişmişlik farkına paralel olarak kimlik konusuna geri dönecek olursak, yaşanan ön yargılar ve “öteki” olma haline Abed’in tepkisini şu şekilde görebilmekteyiz. Abed’in Faslı ya da Müslüman olmakla ilgili bir rahatsızlığı yoktur, ancak bu kimliklerin yarattığı ayrımcılıkla ilgili rahatsızlık duymaktadır, bu rahatsızlığını da şu sözlerle ifade eder: “ Sürekli ayrımcılıkla mücadele etmek zorunda olan sen değilsin. Casablanca’yı seyrettin mi? Humphrey Bogart müthiş etkileyici bir aktör! Ama o filmde Faslılar hakkında ne dediklerini biliyor musun? Şu yürüyen çarşaflar..! Sömürgecilerin gözünde benim atalarım bu işte. Yürüyen çarşaflar! Ben de çoğunluğa göre hala buyum!” (s150). Her ne kadar Amerikan kültürüne kendi kültüründen daha aşina olsa da kimlik ve yabancılık meselesinde Ömer için de durum “İnsan yabancı oldu mu kendisi olamıyor artık. Başkalarının gözünde bir ulusal kimlikten ibaretim artık. Kendim hariç her şeyim.”(s114) Bu aşamada Gail yine bir antitez olarak karşımıza çıkmaktadır. . Hayatla ve kimlikle olan bağı pamuk ipliğine bağlıdır Gail’in. Kişilerin ancak isimlerini değiştirerek , onlara yapışan kimliklerden kurtulabileceğini söyler ve şu şekilde devam eder ve “ Ancak kendimizi bize verilen kimlerle özdeşleştirmeyi bırakırsak , ancak bunu başarabilirsek her türlü ırkçılığı , cinsiyetçiliği, milliyetçiliği, köktenciliği ve insanlar arasına sınırlar koyarak bizi farklı sürülere, altsürülere bölen her şeyi saf dışı edebiliriz”der (s.148-149).
About Merve Apaydin
sadece ne aradığını bulmaya çalışan, "ruhu pijamalı" kız çocuğu.





