Eğer daha farklı bir dönemde doğsaydım ve aynı aileye doğmasaydım, Nazım’ı bilmeden büyüyecektim. Nazım’ı okuyan komünist sayılıyordu, bence bu anlayışın değişmesi şart. Nazım komünistten önce hümanisttir. Tepeden tırnağa şair ve insandır. Ele avuca sığmaz bir adaletsizlik karşıtıdır. Romantik bir komünisttir bir biyografisinde belirtildiği gibi “güzelden, doğrudan, iyiden” yana olduğundan biraz da romantik sayılmıştır. Kimi zaman partiyle ayrı düşmüştür.
Nazım üzerine iki üç biyografi okudum lisedeyken ve siyaset bilimi okumaya karar vermemdeki bir sebep de Nazım oldu, yoksa Edebiyat ve İngilizce öğretmenliğinden yanaydı tercihim. Sanırım bugün siyaset bilimi mezunuysam bunu apolitik 80 sonrasına değil, Nazım’ın şiirinin gücüne borçluyum. Ben siyaset bilimine bir şey katamamış olsam da birçok öngörümü ondan aldım ve bununla gurur duyuyorum.
Nazım aşkını arkadaşlarıma aşılamaya çalışırken babaları “amanın bu kız komünist mi?” diye sormuşlardı onlara.
Hiçbir zaman komünist olmadım, olamadım, olmak da istemedim. Bunun bir sebebi de komünist olamayacak kadar burjuva olmam ve rahatı sevmem olsa gerek. Ayrıca hiçbir zaman bir partiyle sınırlanamayacağını düşündüğüm özgürlükleri hayal ettim, komünistler zamanında Stalin’i savunarak kendilerine yalan söylüyorlardı. Onların kendilerini kandırdıklarını düşündüm hep.
Ama hümanist olmak istedim hep, Nazım’dan öğrendiğim insaniyet ve umutla. Yine ondan öğrendiğim hayat dersleriyle. Ve hatta yine ondan öğrendiğim vatanseverlikle. Milliyetçilik demeyelim, vatanseverlik diyelim ve altını çizelim bu sözün. Nazım’daki vatanseverliğin aslında insanlarını sevmekle ölçülebileceğini bilerekten. Her kesimden, her ideolojiden insanını sevmek. Bu topraklarda doğmuş olan, ırk ve din ayrımı yapmaksızın…
Nazım ile ilgili çok yazı yazdım, hepsi yavan oldu. Bu da yavan olacak, diye korkuyorum.
Şimdi bu romanını, “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”i okurken hayatı bir kere daha ne kadar onun gözüyle gördüğümü anlamış oldum.
Burada Ahmet’ten bahsederken kendini anlatır. Anushka’ya aşıktır. Anushka’nın mavi gözlerini ve boynunu görür, bu güzellik hoşuna gider. Bacaklarını görür, kalınmış, der, sevinir her yeri güzel değil diye. Bir erkek gözüyle yarışır Si-ya-u ile, “Si-ya-u erkek değil mi yahu?”. “Gurur yok mu bu adamda Anushka beni seviyorken bile peşini bırakmıyor Anushka’nın?” diye, biraz maçoca da olsa kızar. Eh her ne kadar komünist de olsa bazı duygulara gem vuramaz, zaten Nazım insan olmanın her halini anlayan ve anlatan ve kendisi de edebiyat dışında mükemmelliyetçiliğin peşinde olmayan katıksız bir şair değil midir? Duygularını reddetmeyen, kendine yalan söylemeyen.
İsmail’in gemide yaşadığı psikolojik işkence çok güzel bir dille anlatılmıştır kitapta. Sinematografik bir özelliği var bu anlatımın. O kadar ki kendinizi İsmail’in yerine koyabilir ve bir an sonra başınıza ne geleceğini bilmeksizin o karakterin hissettiklerini dillendirebilirsiniz.
Lenin’in ölümüne tanık olan ve ağlayan bir halk, trenlerle her yerden Lenin’i görmek için gelen kalabalıklar, Lenin’in mezarının başında bayılan koskoca dağ gibi asker… Yaşlı bir teyze, küçük bir çocuk, ağlama ve inleme sesleri… Lenin’in geniş alnı, “biz bittik” diyenler…
O zamanın güç dengeleri de tarihi anlamda çok güzel özetlenmiştir. Mustafa Kemal’in zaferi, Jön Türkler’in bir kısmının zengin oluşu, bir kısmının kaçışı. Güç kavgaları ve yeni bir devletin kuruluşu sırasında kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin acımasızlığı.
İsmail ile Neriman arasındaki diyaloglar çok eğlencelidir. Neriman burjuva da olsa İsmail onunla evlenmek ister, ona mutfaktan çıkmasının devrimin bir gerekliliği olduğunu söyler. Neriman ise “olur mu canım, kadın kadındır her zaman için” der. İsmail Neriman ile otururken kendi kendine düşünür:
“He gave Neriman a sidelong glance: she looks about twenty-two. And I’m forty. Life went past just like that. There’s a book called A Life Went Past like That. Was it a bad life? Why should it be bad, brother? But it went by.”
“Neriman’ı uzunca inceledi: 22 gösteriyor. Ben 40’ım. Hayat öyle geçti işte. Hayat Böylece Geçti diye bir kitap vardı. Kötü müydü hayatımız? Niçin kötü olsun be kardeşim? Ama geçti işte.” (benim naçizane çevirim, çünkü kitabın Türkçesi elimde yok)
İsmail bir türlü çıkamaz hapishaneden. Bir türlü düzgün bir hayat kuramaz, zaten izin vermezler. Ama o saflığı ve insanlığı asla kaybolmaz. Hapse girer çıkar, işkence görür, yine de vazgeçmez, devrim de devrim diye tutturmuştur. Nasıl olur da insanları hapse tıkar, günlerce işkence eder, aç bırakırlar, nasıl olur da işkence edilenlerin tanıdıklarına hesap bile vermezler? Ne oldu o polislere ne oldu o askerlere? Nasıl rahat uyudular, nasıl koydular kafalarını yastığa?
Bir de Kerim vardır ne yalan söyler ne sigara içer. Sonra ikisine de alışır.
Nazım’ın üslubu sadedir, cümleleri kısa ve dolambaçsızdır, olayların örgüsü güzel düşünülmüştür. İnsan dikkati dağılmadan her karakteri anlar ve geçişleri “bu kimdi şimdi, olay nerede kalmıştı?” demeden okur. Ondan okuduğum ilk roman bu oldu, keşke daha önce okusaymışım, dedim.
Fakat okurken güçlü olmanız şart, özellikle de işkence sahnelerini kaldırabilmeniz için. Farklı işkence biçimlerinden haberdar olurken, bunları büyük ihtimalle hafızanızda unutulmak üzere olanların altına yazıyor olacaksınız.
Karakterler gerçekçi, değişim ve dönüşüm içindeler, kimi zaman hastalanıyorlar. Kimi zaman hapse giriyorlar, ki çoğu zaman hapse girip çıkıyorlar. Aşık oluyorlar, aşktan vazgeçiyorlar. Ama bir tek bitmeyen kavgalarından vazgeçmiyorlar.
Şimdi utanarak söylüyorum ki bu kitabı İngilizce okudum, fakat şunu fark ettim. Türkiye tarihini ve kültürünü çok iyi anlatıyor Nazım. Ya onun kitaplarıyla büyüdüğümden ya da Anadolu’yu iyi bildiğinden. Mesele Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi benim için hayal edilemez bir hikaye, İstanbul’da geçen. Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim‘deki karakterler daha gerçek, hapis arkadaşına bir lokma yemek vermeyen ve Arapça Kuran satmaktan hapse atılan çember sakal kadar gerçek… İşte bu yüzden insanlık hepsinden önce geliyor, solculuktan, sağcılıktan, dindarlıktan evvel. Şefkat duygusu bize bir partinin aşılayabileceği, bir inancın verebileceği bir şey değil. Şefkat duygusu ve paylaşmak belki bize annemizin öğrettiği bir şey. Belki beşikten alıştığımız, kurguladığımız bir duygu. Belki bize unutturmaya çalışan bir dünya var, deli gibi koş, diyen. Belki bir materyalizm var elimizi kolumuzu bağlayan. Belki şefkat artık var olmayan bir duygu, belki empati kuramadığımız bir dünya. Ama işte böyle zamanlarda ben hep Nazım şiirleri okurdum.
Çok hoşuma giden bir örneğe rastladım okurken, Ahmet, yani Nazım’ı birçok yönden yansıtan karakter, Anushka’ya Mevlana’dan bir sözü çevirir. Bu sözleri yıllar önce bize edebiyat hocamız Remzi Bey öğretmişti. Neyin sesinin yanık oluşu kamıştan ayrılışındandır, aslında bu Mevlana’ya göre insanın yaratıcıdan ayrılışını simgeler. Yaradandan ayrılış, bir yandan Tanrı’dan ayrılış, bir yandan evrenselden ayrılıştır, Ahmet karakterinin yorumuna göre. Ayrıca daha ayrıntılı okumak isterseniz müzisyenlerin söylemiş olduğu şöyle bir paragraf buldum:
“Mevlana’ya göre ney ayrılığı anlatır. Ney binlerce kamışın olduğu bir kamışlıkta bulunuyor. Bunlar akrabaları, arkadaşlarıdır… Arkadaşlarının arasından kesiliyor, İstanbul’a geliyor. Burada birisi orasını burasını delerek ney yapıyor. Usta onun içini açıyor, bağrını delik deşik ediyor. Üzerine perdeler açıyor ve ondan yanık bir ses çıkıyor. Mevlana diyor ki, “Onun bu yanık sesi ayrılık hasretinden dolayıdır.” Onun için ney ayrılığı yaşamış bir enstrümandır.”**
Güzel bir şiirle veda edelim, yine kitaptan:
“I am a worker,
love from head to toe:
love sees, thinks, and understands,
love is a newborn advancing light,
love hitches a swing to the stars,
love casts steel in a sweat.
I’m a worker,
love from head to toe.”
Emekçiyim
Sevdayım tepeden tırnağa
Sevda düşünmek, görmek, anlamak,
Sevda doğan çocuk, yürüyen aydınlık
Sevda salıncak kurmak yıldızlara
Sevda dökmek çeliği kan ter içinde
Emekçiyim
Sevdayım tepeden tırnağa.
*Hikmet, Nazim (2013-08-05). Life’s Good, Brother: A Novel (Kindle Locations 1817-1819). Persea. Kindle Edition. Çeviri: Mutlu Konuk Blasing
**http://neyneva.com/neyin_sirri_roportaj.html
About sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.
//
Düşüncelerinizi çok güzel anlatmışsınız bu yazıda. Ben de kitabı az önce bitirdim. İki gün içinde bir de baktım ki sonuna gelmişim. Tarihin içinde sürükleyen, o dönemleri bizzat yaşamamışsanız bile tüm sarsıtıcılığıyla içinde yaşatan, insanın yüreğine dokunan bir roman.
Permalink