Üniversite hocalarımızın şiddetle tavsiye ettiği, benim yıllarca hep hukukla alakalı olduğunu düşünerek okumaya korktuğum bu kitabı şimdiye kadar iki defa okudum. Yakın zamanda da sesli kitap olarak dinlemeye karar verdim. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza‘sı ölmeden önce okunması gereken klasikler arasında benim gözümde birinci sırada yer almaktadır. Çok popüler ‘ölmeden önce …’ listelerinin her ne kadar zamanı ister istemez hızlandırdığına ve günün tadını çıkarmamıza engel olduğuna inansam da bu kitabın yeri gönül tahtında ayrıdır. Okuyanlar bilirler.
Geçtiğimiz aylarda Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi: Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik kitabını okudum, bir de Emrah Serbes’in Erken Kaybedenler kitabını bitirdim. Yaşar Kemal’in anlatımı rüyalarıma girdi: birisi bana mektuplarımı ve dosyalarımı şiirsel bir şekilde düzenlemem gerektiğini anlatıyordu sanki Köroğlu’nu anlatır gibi. Emrah Serbes de beni çok güldürdü ve kısa hikâyeleriyle anlattığı o çocukluk ve gençlik dönemini gözümde tüm sevimliliğiyle canlandırdı. Ama iş Beğenmeyen Okumasın için yazmaya gelince, gönül ferman dinlemiyor, ben yine kaçtım Dostoyevski’ye. Yahu yazmak sana mı kaldı bu kadar heybetli bir klasiği, diyeceksiniz. Bilmiyorum, ben de hep boyumdan büyük işlere kalkışıyorum. Deneyeceğim.
Geyiği bir kenara bırakayım… Beğenmeyen Okumasın‘da ilk defa Tolstoy’un Anna Karenina’sını yorumlamıştım. Bu yorumun ne kadar ham olduğunu çok sonra fark ettim. Suç ve Ceza’nın da bu raddede bitmemiş, olmamış ve olgunlaşmamış olacağına eminim. Yine de iç kaynaklarımdan faydalanarak size bu kitabı anlatmaya ve sizin için ilginç ve anlaşılır kılmaya çabalayacağım. Hatta ve hatta bu kitap onu okumayanlar için ‘arzunun nesnesi’ haline gelecek bu yazıdan sonra.
Raskolnikov, kitabın ana karakteri, genç bir hukuk öğrencisi. Parası kıt. Annesi ve ablası ile sık sık mektuplaşmakta ve onlardan gelen üç beş kuruş ile idare etmektedir. Babasının ufak tefek eşyalarını satarak harçlığını çıkarmaya çalışır fakat bir şekilde kirasını ödemesi mümkün olmaz. Nasıl mümkün olsun? Ev sahibi söylenir durur. Kitabın ilk sahnelerinde (sahne diyorum çünkü Dostoyevski size olanları tasvir ederken bir sinema ve edebiyat zevkini nerdeyse aynı anda yaşarsınız), Raskolnikov bir bara girer, bir bira içer, zihni açılır, bir adama bakar, adam eski bir devlet memuruna benziyordur. Adamın da iç dünyası pek karışık gelir Raskolnikov’a, bu arada insanların arasında gözle görülür bir biçimde gelir farkı olduğunu gözlemler, bunu söylemez ama bize gösterişsiz fakat keskin tarifleriyle ifade eder.
Bunu takip eden olaylar, Raskolnikov’un beklenmedik bir suça kendisini sürüklemesi ile devam eder. Yaşlı tefeci iki kız kardeşi öldürme yolunda yaptığı planı gerçekleştirdikten sonra, Raskolnikov derin bir depresyona girer. Fakat bu noktada ailesiyle mektuplaşmaları sekteye uğrar. Odasından çıkmaz. Bu ana kadar Raskolnikov’un karşılaştığı güncel ve dünyasal tüm çarpık yaşanmışlıklara, hatta, onun bir hukuk öğrencisi olarak yazdığı, adalet sistemini eleştiren güzel makalesine de tanık oluruz. Raskolnikov (Kayserililerin deyimiyle) ‘aklını yenememiştir,’ yani o kadar farklı bir zekâ ve öngörüye sahiptir ki, kabına sığamamış ve harcanma yolunda ilerlemiştir.

Raskolnikov suçluluk duygularına sürüklenirken Sonya ile tanışır. Sonya yetim ve öksüzdür ve küçük kardeşlerini geçindirmek için bedenini satar. Raskolnikov onu ayıplar ve ona bu yaptığının ne kadar büyük bir günah olduğunu söylemeye çalışır, üstüne üstlük onu aşağılar. Sonya durumu ona açıklar ve der ki ‘başka bir çarem olabilir miydi?’ Bu noktada Raskolnikov zengin bir adamla evlenme aşamasında olan kız kardeşini Sonya ile karşılaştırır ve ikisinin de kendilerini sevdiği insanlar için feda etme aşamasında olduğu sonucuna varır. İçten içe bu durumu sindiremez, çünkü kendisinin elinden de bir şey gelmemektedir.

http://3yearsinmoscow.blogspot.lu/2012/11/
Bu kitap Rus toplumunun suratına vurulan bir gerçeklik tokadıdır. Bitkin insanlar, açgözlü ev sahipleri, özgür düşünceli öğrencilerin zar zor geçinmesi, annesiz ve babasız kalan çocukların kendilerini okutacak parayı bulamaması, tefeciler ve ev sahipleri hariç herkesin ama herkesin , zar zor geçindiği, perişan bir hayatı gözler önüne serer. Bir arkadaşım bana Dostoyevski çok depresif, demişti. Açıkçası ben Elena Ferrante’yi daha depresif bulduğumu belirtmeliyim. Ne alaka, diyeceksiniz. Kitabın bana yaşattığı ruh halinden bahsetmem gerekirse, Suç ve Ceza’daki kurgunun gerçekliği ve kitabın elinizden düşememesi ayrı bir yerde, insan doğasına olan o inanç ayrı bir yerde durmakta. Yani Raskolnikov istediği kadar günah işlesin, Sonya istediği kadar adamla yatsın, ruhlarındaki o azap ve bitmeyen bir insan olma çabası devam eder. Bu da kitabı ruhsal ve zihinsel bir dönüşüm olarak bir o kadar ilginç kılar. Birçok klasik gibi bu kitabı bitirdiğinizde de insan olmaya bir adım yaklaşmış olduğunuzu hissedersiniz. Kanınız ve canınızla insansınız, bunu devlet, kurumlar, bankalar, tefeciler, ev sahipleri reddetse de. Aslında sistemin içinde bir tuğlayız hepimiz ve ancak yüzebileceğimiz yere kadar gidebiliyoruz, yani sınırlarımız dahilinde insan olmaya çalışıyoruz, işte o sınırları bilmek de insanı yoran ve zorlayan.
Bu kitabı dinlemeye başlamak istememin sebebi bir dostumun bu kitabı okuyor olması oldu. Sesli olarak dinlemek de çok güzel, İngilizce dinleyenler için muhteşem bir deneyim. Dostoyevski öyle uzun uzun tanımlamalara girmez. Bir Victor Hugo gibi size bir katedrali ve günün doğuşunu dört sayfada anlatmaz tüm detaylarıyla; size bir insanı, bir katedrali anlatır gibi, tüm ruhsal girinti çıkıntıları, tüm düzlükleri, tüm terslikleri, tüm özüyle anlatır. Hani Sezen Aksu’nun bir şarkısı vardı ya, ‘sana insanı anlatır’ der, ‘bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkâr, masum değiliz hiçbirimiz.’ Masum olmadığımızı bilmek belki de insan olmaya atılan ilk adımdır, insanları masum olmadıkları için suçlamak, cezalandırmak ve dışlamaktansa.
İnsanı bu kadar merkeze koyan bir roman aslında komünist çağın başlangıcını da ifade etmektedir. Unutmayalım ki Dostoyevski Rus halkı arasında hâlâ en çok okunan yazarlar arasında yer almaktadır. Nedendir bilinmez geçenlerde tanıştığım bir Rus doktorun bugün olsa Raskolnikov olacağını düşünmeye başladım. Rus toplumunu ve otoriterliği eleştirirken kendimizi bir saat ayak üstünde konuşur bulduk. Kendisinin farklı cinsel tercihleri olduğunu anladım ve dedim ki o bugünün Raskolnikov’u. Toplumun bir kenara attığı üniversite öğrencisi, kendisini topluma ayak uyduramamış bulan, idealizmini sürdürmeye çalışan fakat göç eden bir doktor. Büyük ihtimalle sosyo-ekonomik durumu daha iyi ve göç etme şansı var. Dünya üzerine bu kadar bilgi sahibi olması, her şeyle ilgilenmesi, toplumun önünde düşünmesi ama toplumun ona yer ayırmamış olması onu farklı kılıyor. Kendini sıkışmış hissediyor, toplum onu anlamıyor, o da toplumu.

Dostoyevski toplum üzerine yaptığı incelemede istatistiklerden bile bahseder, sokakta gördüğü 15 yaşında, cinsel tacize uğradığı ve alkol verildiği saptanan bir kız için eleştirel bir akılla şöyle düşünür, toplumda belli bir yüzdenin harcanması lazım ki geride kalanlar namusuyla yaşayabilsin. Onun bu toplum eleştirisi, günlük yaşamda karşılaştığımız durumlarda bizim hayata küsmemizle sonuçlanırken, o 15 yaşındaki kızın bu durumunun bireysel bir tercih ile değil, aslında toplumsal bir itiş ve aşağılanma ve mecbur kalma ile olduğunu sergiler. Bilime de söver tabii, akademisyenlere: ‘ne kadar da bilimsel bir dile sahipler? Yüzdelerle konuşurlar, ya o kız (sokakta gördüğü genç kız) yüzdelerde değil de başka sözlerle tarif edilseydi rahatsız olmaz mıydık? Ama o, bir yüzdenin parçası olduğu zaman her şey daha kolay kabul edilebilir görünüyor.” Bunları söyleyerek belki de Gramsci’nin, Foucault’un, Deleuze’un, vs. tüm yapısalcıların eline muhteşem bir inceleme ve akıl yürütme imkânı vermiş olur. Gramsci’nin “organik entelektüelleri” de böyledir, devletin haksızlıkları nasıl yüzdelerle bilim adamlarına anlattırdığına bakarsak (ki kendimi de bu bilim kadınlarına dahil etme yolundayım) aslında birçok insanın hayatının yüzdeler içinde nasıl kaybolduğunu ve nasıl kaydığını biz bile fark etmez oluruz zamanla. Edebiyat işte bunun için var!
Tüm bu olaylar silsilesi, kafa karışıklığı beyninden geçen bin bir düşünce Raskolnikov’u işlemekte olacağı cinayete yönlendirir. Birey olarak hiçbir şey yapamadığı bu noktada iki tefeciyi öldürmek ve belki de sembolik anlamda sisteme karşı bir suç işlemek; yalnız baş edemediği, hakkında hiçbir şey yapamadığı, fakir bir şekilde sürdürmekte olduğu öğrencilik hayatında ona bir yol gösterir, onun, hayatını bir an olsun böyle anlamlandıracağına kâni olmasını sağlar. Raskolnikov, içindeki çıkmazdan kurtulmaya çalışırken kendisini daha büyük bir çıkmazda bulur.

Elbette kitabın sonuna doğru gerçekleşen olaylar kitaptaki düğümlerin çözülmesi, suların durulması ve o suçluya gereken cezanın verilmesi ile devam eder… Kitap bir Fransız filmi edasıyla bitiverir. Karakter belki aşık da olur ama o aşk da biraz imkânsızdır. Kanımca güzel bir sondur, asla umutsuz bir son değildir. Hatta sonunu okuyanlar bir kere daha düşünürler Dostoyevski gerçekten de depresif midir? Yoksa umut tohumlarını atmakta mıdır kitabının sonunda?
Dostoyevski’yi yorumlayanlar, onu dinî açıdan, etik açıdan, solculuk açısından, batı karşıtlığı vs. gibi farklı denemeler ve biyografilerle incelemişlerdir. Şahsen dinî yorumların bana yakın olmadığını söylemeden geçemeyeceğim. Dostoyevski’nin etiği dinî bir kökene değil aydınlanmacı bir kökene dayanır, toplumsal bir eleştiriye, sosyolojik gözlemlere, halkının iyi olmasını istemesine, toplumdaki eşitsizliklere karşı gelmesine ve bunu en güzel biçimde başarmasına dayanır.
Suç ve Ceza’yı okumak siyaset bilimini, psikolojiyi ve sosyolojiyi örnekleyen teorilerin somutlaştığı bir kitabı okumaya benzer. O nedenle derim ki bir 18 yaşında okuyun, bir üniversite sonrası, bir 30 yaşında okuyun, bir çocuk sahibi olduğunuzda, bir emekli olduğunuzda okuyun, bir de ölmeden önce… Ben öyle yapacağım. Suç ve Ceza benim için apayrı bir yere sahip ve bugünün Suç ve Ceza’sına benzer olduğunu düşündüğüm her eser de kökünü ve ruhunu insanı anlatmaktan almış olmalı.
Dostoyevski’nin romanının karamsar olduğunu söyleyenlere Dostoyevski’nin hayatını okumalarını salık veririm. Hayatını okuduktan sonra aslında onun yaşadığı çocukluk, gençlik sıkıntıları, ailevi kayıplar, çocuğunu kaybetmesi, sürgüne gönderilmesi, ilk kitaplarının başarısız olması, eleştirilmesi, toplum dışına itilmiş insanları yazması, deliliğe sürüklenmesi gibi bir sürü sıkıntı çektikten sonra bu kitabı kurgulamış olması aslında onun insanlığa olan inancını ve umudunu ifade eder.

Dostoyevski’yi benzettiğim yazarlardan birisi de Elena Ferrante oldu, bir diğeri de Sâdık Hidayet. Bir yandan da Sabahattin Ali tabii ki insan tahlillerinde çok benzer Dostoyevski’ye. Bu kitap benim için Attilla İlhan’ın aşağıda okuyacağınız şiiri gibidir (ki bundan sonra tüm yorumlarımı bir şiir ile taçlandırmaya karar verdim). Hangi kitabı sevsem o yazar Dostoyevski’dir hayret! Sevgisi nasıl değiştiriyor o okuduğum sözleri…
Kimi Sevsem Sensin
kimi sevsem sensin
hayret sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin
hayret senden nedense vazgeçilemiyor
her şeyi terk ettim
ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık
nasıl bitirmeli gitar kımıldadı mı
zaman deliniyor kimi sevsem sensin
hayret kapıların kapalı girilemiyor
kimi sevsem sensin
senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur
sende unuttuğum hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin
hayret in misin cin misin anlamıyorum
Dostoyevski’nin diğer kitapları ve bizim yazdıklarımız: Kitabı nerden okuyabilirsiniz? Bu kitabı İletişim’den, YKY’den ve birçok farklı yayınevinden okuyabilirsiniz. Klasikler olarak Hasan Ali Yücel çevirileri, İş Bankası Kültür Yayınları’ndan tüm çevirilerini bulabilirsiniz, çünkü gerçekten kaliteli çeviriler, fakat onun dışında bu seçenekler de var, linkli olanların yorumları bizim sitemizde yer alıyor: Yer Altından Notlar, Can Yayınları; Budala, Kaknüs Yayınları, Öteki Yayınları, Oda yayınları; Beyaz Geceler, İletişim Yayınları; Kumarbaz, Varlık Yayınları; Öteki, İthaki Yayınları; Karamazov Kardeşler, İletişim Yayıncılık, Can Yayınları, Anonim Yayınları; Ebedi Koca, Varlık Yayınları; İnsancıklar, Can Yayınları, Oda Yayınları; Ev Sahibesi, Varlık Yayınları, Oda Yayınları, Antik Kitap; Bir Yufka Yürekli, Varlık Yayınları; Netoçka Nezvanova, Varlık Yayınları, İletişim Yayınları; Stepançikovo Köyü, İletişim Yayınları; Ölü bir Evden Hatıralar, İletişim Yayınları; Ezilenler, İskele Yayıncılık, Kırmızı Kedi; Kumarbaz, Kaldırım, Panama Yayıncılık; Ecinniler, Timaş Yayınları, Antik Kitap; Delikanlı, İletişim Yayıncılık; Öteki Ben, Antik Kitap; Bir Yazarın Günlüğü, Yapı Kredi Yayınları; batı karşıtı fikirleriyle bilinen Dostoyevski Batı Çıkmazı: Puşkin Üzerine Konuşma ile de dikkat çeker, bu yayını da Dedalus yayınlarından bulabilirsiniz. Zannetmeyin ki bunlar tek yayınevi bu kitapları basan, hepsini burda sıralayamadım. Adları geçmeyenler bu eksikliği mâzur görsünler.
Zamanında Netoçka Nezvanova‘yı, Amcanın Rüyası‘nı ve Beyaz Geceler‘i Can Yayınları’ndan okumuş ve çevirileri beğenmiştim. Fakat İkiz‘i (Yani Öteki Ben’i) de Can Yayınları’ndan okuduğum halde çeviriden emin olamamıştım, belki bir defa daha bu kitaba bakmam ve farklı çevirileri de incelemem gerekebilir.
Yazdığı kitapların sayısından da fazla biyografisini ve incelemesini okumak ayrıca romanları anlamak açısından aydınlatıcı olacaktır. Biyografileri konusunda size tavsiye veremiyorum ama ilerde dilerseniz bu konuda daha detaylı bir yayın hazırlayabilirim. Ayrıca bu websitelerinden de faydalanabilirsiniz: Albert Camus’un Ecinniler yorumu, Suç ve Ceza üzerine İngilizce yorumlar, vb.
Söz, son söz: Beğenmiyorsanız benim yazılarımı okumayın ama Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okuyun.
sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.
//
Kahrolsun Dostoyevski!
//
Sevgili Şahizer Samuk,
Suç ve Ceza ve Dostoyevski benim için de hep en baştadir, senin yorumlarin da bir Stefan Zweig i aratmiyor kanimca , dolu dolu insan ve vicdan.
//
HARİKA bir baş yapıt…. bana da beklerim…