“Her kitap akılda kalmak, yeryüzünde bir iz bırakmak arzusuyla yazılır. Bu hariç. Bu kitap okunur okunmaz unutulmak için yazıldı. Suya yazı yazar gibi.” (Siyah Süt, 2007, sf.11)
Bu yazı da aynı bahsi geçen kitap gibi, okunur okunmaz unutulmak için kaleme alındı. Hatta yazarken temizlenmek ve unutmak için. Alışmanın imkansız geldiği bir kimliğe evrilmeden az evvel, bir başka ad adımın yanına eklenmeden hemen önce; bir itiraf, günah çıkarma, içindeki karanlığı, öfkeyi kusma ve rahatlama için yazıldı. Kabul edemediğimi itiraf için!
Siyah Süt, Elif Şafak’ın 2007 yılında anne olduktan sonra yazdığı ve Doğan Kitap’tan çıkan ilk kitabı. Aynı zamanda da ilk otobiyografik romanı. Siyah Süt’ü ilk okuduğumda 2007 yılıydı, okuldan çıkıp Beşiktaş’ta aylak aylak dolaşırken Alkım’ın vitrininde görmüştüm. Elif Şafak yazdığı için neyi anlattığına bile bakmadan gözüm kapalı almıştım kitabı. İçimde büyük bir coşkuyla Kabataş’a gidip sahilde okumaya başlamıştım. Su gibi gidiyordu satırlar gitmesine de bu işte bir miktar tuhaflık vardı. İlk tuhaflık, kitabın hedef kitlesinin ben olmadığım yönündeki hayal krıklığıydı. Ama öte yandansa yıllarca benim de içimde susturamadığım bir “İnsanlar Topluluğu” vardı, kendimi hep “öteki”, “normal dışı”, “sorunlu”, “defolu” hissetmemi sağlayan ve Elif Şafak kitapta kendi içindeki “Sesler Korosu”ndan utanmadan bahsediyordu. Korkmuştum ama rahatlamıştım da. Mahrem ile başlayıp, Araf ile devam eden hayranlığım başka türlü bir anlam kazanmıştı. Yine de romanda, 2003 yılından başlayıp 2006 yılında kızının doğumundan 10 ay sonrasına kadar anlatılan süreç, anneliğe ilişkin bir süreçti. “Benden anne manne olmaz. Üvey anne olur ama” diyen, kadınlıkla benim gibi sorunları olduğunu bildiğim ve yakın hissettiğim bu kadın “öz anne” olmuştu. Anne olduğunu bilmek başka şeydi, anne olma yolculuğunu anlatan otobiyografik romanını okumak başka şey. İçimde bir şeyler kırılmıştı ona karşı. Sonra da diğer kitaplarını alıp okumadım zaten, kendimce darıldım, küstüm.
Şimdi üstünden sekiz sene geçtikten sonra o kitabı yeniden elime aldım. Bir dosta ihtiyacım vardı ya da bana benzeyen ve tabiri caizse “eşekten düşmüş” birinin tecrübesine sığınmaya. Bir süredir içimde yaşayan ve bir türlü kabullenip barışamadığım ama “Yok arkadaş, gitmen gerek. Bu dünyaya birimiz fazla” diyemediğim, varlığını söylemeye utandığım, görmezden ve bilmezden gelmek için tüm psikolojik kaçış yollarını denediğim “biri” var ve ben tekrar okumaya başladım Siyah Süt’ü. Umuyordum ki, iyi gelir bana, yardım eder kabullenmeme. Beklentiler her zaman gerçek olmuyor tabii. Kabullenmeme yardım etmedi, sürecin getirdiği çöküntü ile baş edemezken, bir de doğum sonrası depresyondan bahsettiği yerlerde daha da korkmaya başladım, bıraktım okumayı. Ama bir şeyi anlamama yardım etti, bu bir eşik ve her eşik gibi tekinsiz. Bir adım sonrasının ne olduğunu bilmiyorum ve bu bilememe hali beni delirtiyor. Toplum sizin kim olduğunuza, nasıl bir insan olduğunuza bakmadan aynı şeyi bekliyor; “İyi bir anne” olmanızı. Ve benim şu ana kadar kendimle ilgili edindiğim ve emin oluğum bilgi; “büyümemek için direnen, korkak, karanlık, arafta ve defolu” olduğum. Ve bu bilgiyle düşününce, benim neyime dünyaya bir insan daha getirmek. Kendimle ilgili bu kısımları daha da uzatırsam, son zamanlarda yaptığım gibi kişisellik dozu yüksek bir yazıya dönüştürebilirim, o nedenle burada duruyorum. Ve kitaba geri dönüyorum.
Benim için belli kitapların belli dönemlerde okunması gerekir. Belli dönemde, olgunlukta, ihtiyaçta. Bu roman da öyle bir roman. Eğer ebeveyn olma yoluna çıkmış ya da çıkacaksanız okumak için doğru bir zaman seçmişsiniz demektir. Diğer zamanlarda okunmaz mı? Elbette okunur. Hatta yazarlık, kadın yazar olma, kadın olma konularından bir ya da bir kaçına kafa yoruyorsanız da okuyabilirsiniz. Elif Şafak pek çok yazarın hayatından çeşitli örneklerle ve bu örneklerin yarattığı sorularla süslemiş metni. Arada hikayeyi kesip, bilgi verme hali roman okumayı bekleyen okuyucu için ritmi düşürüp, okuma istediğini azaltıcı bir etki yapabilirse de; bence zihin tazeleyici bir rolü var.
Son söz olarak, elinize alıp okumaya başladığınızda gerçekten hızla akıp giden, sizi yormayan bir roman bu. Bazı noktalarda yazarla benzer yaralara sahip olmanız halinde düşündürücü etki yapsa da genel olarak bana nefes bile aldırmayacak kadar ağır bir konu için fazla hafif bulduğumu söyleyebilirim. Yine de anlatılan süreç açısından az rastlanan örnek bir roman olması bakımından okuyup -sonrasında da mutlaka unutmaya- değer bir roman diyebilirim.
About Merve Apaydin
sadece ne aradığını bulmaya çalışan, "ruhu pijamalı" kız çocuğu.