Eylül ayı kitap buluşmasında Şinasi’nin Şair Evlenmesi isimli eserini tartıştık. Aslında, ekip olarak çıkış noktamız ne Eylül ayı ne de kitap buluşmasıydı. Geçtiğimiz Temmuz Beğenmeyen Okumasın 2 yaşına girmişti ve bizim de planımız siz kıymetli okurlarımıza eğlenceli bir Şair Evlenmesi yorumu izlettirmekti. Ancak yaz rehaveti ve biraz da ekran korkusu sebebiyle bu fikrimiz eyleme dönüşemedi. Fakat bu eseri yorumsuz bırakmak da istemedik ve eksiklerimize rağmen buluşmamızı gerçekleştirdik.
Buluşmanın başlangıcında kitabın yazıldığı dönem ve Türk tiyatrosu hakkında konuştuk. Batılı anlamda tiyatro, Tanzimat dönemiyle hayatımıza giriyor. Özellikle Fransız kültürünün ön planda olduğu bu dönemde, batılı aydınların eserlerinde kullandığı temaların vatanseverlik, evlilik ve inanç müessesesi olduğunu görüyoruz. Saraydan da destek gören bu tiyatro türü, orta oyununa alışkın halktan hem içerik hem temsil olarak uzakta kalıyor diyebiliriz. Hatta orta oyunundaki interaktif tarza alışkın halkın, bazı davranışlarını sürdürdüğü ve temsil sırasında bağırdığı, hatta sahneye portakal attığı mevcut yazın tarafından belirtiliyor. Bu durum II. Meşrutiyet ile değişecek, oyunlar sırasında dağıtılan adab-ı muaşeret broşürleri ile halk batılı tiyatroya alışmaya başlayacaktı. Zaten, II. Abdülhamit’in baskı ve sansür rejimi ile ilerlemesi sekteye uğrayan Türk tiyatrosu için bu dönem başka açılardan da yeniden canlanış olacaktı.
Buluşmanın konusu olan Şair Evlenmesi ise edebiyatımızın batılı anlamdaki ilk tiyatro eseri olarak değerlendirilse de varolan çalışmalar bunun çok da doğru olmadığını ve milliyetçi bir bakış açısını yansıttığını gösteriyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilerin bu anlamda Müslümanlar’dan bir adım önde olduğunu görüyoruz. Osmanlı tiyatrosu ilk olarak Güllü Agop gibi isimlerin temsilleri ile gelişmeye başlıyor. Ancak bu temsiller yazılı olarak yayınlanmadığı için Şair Evlenmesi ilk eser olarak sayılıyor. Tiyatromuzdaki Müslüman ağırlığının artması aslında II. Meşrutiyet döneminde gerçekleşiyor.
Şinasi’nin ilk olarak iki perde olarak tasarladığı ancak birinci kısmı ile ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bu eseri, aşk evliliği yapmak isteyen Müştak Bey’in etrafında dönüyor. Müştak Bey aşık olduğu Kumru Hanım’la evlenmeyi beklerken, kılavuzların oldu bittisi sonucu ablayla nikahlanıyor. Arkadaşı Hikmet Bey’in mahallenin imamına rüşvet vermesiyle durum düzeliyor.
Şinasi’nin bu olay örgüsünde dikkat çektiği birkaç nokta var. İlki, tarafların birbirini görmeden evlenmesine dair yapılan eleştiridir. İkincisi, rüşvet ile kararını değiştiren imam üzerinden yapılan din ve sistem eleştirisidir. Bu iki noktada da Türkiye’deki Batılı tiyatronun genel niteliklerini görebiliyoruz. Sokaktaki çöpçü ve mahallelinin kullandıkları dil üzerinden karikatürize edilmesi, dönemin aydını ve halkı arasındaki-belki bugün de devam eden-kopukluğa işaret etmektedir. Şinasi bu eserini evliliğe dair bir kıssadan hisse ile bitirmeyi ihmal etmez ki bu da dönem tiyatrosunun en belirgin özelliklerinden biridir.
Bugün Türk tiyatrosunun mihenk taşlarından biri olarak kabul edilen bu eser, yayınlandığı dönemde çok da ilgi görmez. Hatta ilk defa Tercüman’ı Ahval’de tefrika edilen oyunu rakip gazeteler de eleştirmiştir. Biz de noktalama işaretlerinin ilk kez kullanıldığı bu eser hakkında şu yorumları yapıyoruz:
Merve: Müştak erdi muradına, biz çıkalım kerevetine.
Gözde: Peki burada Şair kim?
Hazal: Şinasi parayı nereden bulmuş biri bunu bana açıklasın.
Burcu: Zamanında kıymetin bilinmemiş. Ama ben olsam anlardım seni sevgili Şinasiciğim.
begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası