Bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü’nü Patrick Modiaona’nun kazandığı açıklandıktan sonra bu yazıyı taze taze yazmak istiyordum ama kitabını çok aramama rağmen bulamadım. Aramayı bıraktığım bir noktada yazarın kitabının orijinal basımından bir yıl sonra; Varlık Yayınları’ndan 1993 yılında çıkan ilk basımı ile karşılaştım. Kitapta yazar hakkında tanıtım kısmı olsa çok daha iyi olurdu ama buna da şükür diyerek yayınevinin 2. basımını daha detaylı yapılandırdığını umuyorum.
Yazarın kariyerinin ortalarında yazdığı Bir Sirk Geçiyor polisiye-gizem pelerini altında büyüme ve kimlik sancılarının geçtiği bir olay örgüsüne sahip. Bilinmeyen bir sebepten babasının Belçika’ya kaçması ve annesinin de İspanya’da yaşaması Jean’ in yaşıtları gibi bir hayat geçirmemesine neden olmuştur. Bu farklılığının bilinci ile geçmişini sorgulayarak yetişkinliğe adım atacağı yeni bir sürecin içine girer. Bir polis sorgusu ile her şey başlar, ardından tanıştığı gizemli bir kadın ve onun arkadaş çevresi ile geçirdiği hafta onun değişimine neden olurken bir yandan da ebeveynlerinin yokluğu ve geçmiş anıları adeta bir gölge gibi karakterimizin her anında peşindedir.
“Hayatımda ilk kez, kendimden emindim. Çekingenliğim, kaygılarım, en ufak hareketlerim için o özür dileme, sık sık bana karşı çıkanlara hak verme alışkanlığım, bunların hepsi ölü bir deri gibi üzerimden sıyrılıp kaybolmuştu. Şu düşlerden birindeydim; hani şimdiki zamana ait tehlike ve sıkıntılarla karşılaşır, ama geleceği şimdiden bildiğiniz ve kendinizi yenilmez hissettiğiniz için her seferinde onları atlatırsınız.” s.113
Kitap boyunca yazar, polisiye kısmına denk düşen detayları ve gizemleri saklı tutup açığa vurmaz. Zaten kitabın odak noktası Jean’in geçmiş-gelecek çözümlemesi, geçirmekte olduğu dönüşüm ve iç sorgulamalarıdır. Paris’in sokaklarını, kafelerini, günlük yaşamını karakterimizin ağzından detaylı bir şekilde okuruz. Ancak bir türlü çözüme ulaşmayan gizem ve her konunun üzerine sinmiş belirsizlik okuma sürecine ket vurdu benim için. Okuyucu olarak dikkatiniz merak unsurlarına gelip giderken yazar alttan alta Jean’ın iç dünyasını size sunuyor. Ama bir noktadan sonra beklentimi gizemin aydınlatılmasından uzaklaştırınca, dikkatimi Jean’in iç dünyasına yöneltebildim. İşte o zaman farklı bir tat almaya başladım: karakterin kaygıları, mutluluğu ve naifliği sanki hafifçe üzerinizde geziniyor. Okumaya başladığımda kitabın başlığının nereden esinlenildiğini düşündüm. Bunun cevabını ise kitabı bitirince eserde yer alan geçmiş ve geleceğin iç içe geçmeye başladığı noktalarda buldum. O hissi yakalamak okuma sürecinden daha çok zevk verdi. Yazar hakkında bir tek bu kitap ile temel kanıya varmak mümkün değil, eğer diğer kitaplarını da bulabilirsem okuyup ona göre kafamda bir yere koyabileceğim.
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan 15. Fransız yazar olan Patrick Modiano’nun ismini ben de dâhil pek çok kişi ilk kez duydu. Nobel Komitesi’nin kararı yine tartışmalı bir noktaya geldi. Öyle ki sonrasında Modiano tek başına ele alınmadan ödüle aday diğer isimler ile birlikte konuşuldu. Komite, yazarı ödüle layık görmesindeki nedenini “Kavranması en güç insan yazgılarını anlatma ve Fransa’nın işgal dönemini gözler önüne serme konusunda bellek olgusunu sanat olarak kullanması”* şeklinde sundu. Basında ise onun için ‘fazla Fransız’ ya da -âdeta telkin eder gibi- ‘Fransa’da çok bilinen bir yazar’ diyen yazılar çıktı. Sağlam bir referans noktası olmasa da Times şöyle bir başlık attı: “Neden Nobel Edebiyat Ödüllü Patrick Modiano’yu şu ana kadar duymadınız?”** Bu soruyu sormakla doğrusu haklılardı. Günümüz dünyasında her şeyin bilinir ve ulaşılır olduğu bir noktada beğenilerimizin bile küresel izdüşümler yarattığı bir devirde tabii ki de kendimize soracaktık: “Biz neden bilmiyoruz Patrick Modiano’yu?” Ama acaba sorumluluk okuyucu olarak gerçekten bizde mi?
Nobel Edebiyat Ödülü’nü eleştirecek ya da bu konuda derin analizler yapacak bir bilgi birikimim ve iddiam yok. Zaten Nobel Edebiyat Ödülü’nü bir yana bırakırsak, Avrupa’da pek çok ödül kazanan, şu ana kadar 30 eser yazıp edebiyata katkı sağlamış bir yazarın bir elin parmağını geçmeyecek sayıda kitabının çevirisinin yapılması ve bunların da basımının çok sınırlı sayıda kalmış olmasında göz ardı edilmemesi gereken bir sorun yok mu sizce?
Modiano’nun bilinmemesinde fazla yerel konularda yazması, okuyuculardan yeterince talep görmemesi ve belki bu nedenle çevirilerin ve basımlarının sınırlı sayıda kalması gibi bir durum muydu söz konusu olan? Modiano şimdi Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı ve dünya edebiyat tarihinde yer edindi, biliniyor ve ona artık talep var. Yoksa temel sorun aslında sadece tanıtım ve pazarlama olayı mı?
Düşünün ki bu, edebiyat sanatında avantajlı konumda olan Avrupa topluluğunun ortasındaki Fransız bir yazarın durumundan bir örnek. Bir de gelişmekte olan ülkelerde küreselliğin etek uçlarında savrulan nice yazarların yaşadıkları var. İlla her yazılan kitabın milyonlara ulaşıp 40 dile çevrilmesi meselesi değil, asıl mesele büyük yayınevlerinin bilemediğim motivasyonlar nedeni ile uzun vadede edebiyat ve okuyucu arasındaki ilişkiye zarar verecek şekilde bazı seçili kitapları öne çıkarıp piyasayı domine etmesi. Artık tüm dünyada kitap okuyucusunun seçimi yapılan bu tanıtımlarla baskılanıyor. Aslında bu şaşılacak bir durum değil, son yıllarda sosyal medyadaki halimize bakarsak nasıl bir iletişim algısı kurduğumuz ortada. Dikkatimiz çekilmediği sürece bir şeye bakabilme becerimizi giderek kaybediyoruz. Ancak ironik bir şekilde bu durumdaki en büyük trajik sorun Nobel Edebiyat Ödülü’nün de işin içine girmesi oldu. Yerel veya bölgesel kalmış bir yazar Nobel Edebiyat Ödülü ile küresel bir değer haline getirilip bir nevi desteklenerek tanıtımı yapıldı. Bu iyi bir şey mi, pek emin değilim. Sanki gerçekleşen, bir yazarın önceden maruz kaldığı sıkıntılı durumun bir nedeni olup bu kısır döngüyü yaratan sistemin bir parçası haline gelmesiydi. Diyelim ki tüm sorumluluk yazarın yeteneğine bağlı, o zaman ödüller yazarın okuyucu kitlesine ulaşmasında bu kadar önemli olmalı mı?
Modiano’nun Amerika’da 3 kitabını başmış olan yayınevi sahibinin dedikleri sıkıntının geleceği noktayı çok iyi özetliyor: “Benim bütün bunlardan çıkardığım şu ki bu insanların ilgi toplamasının tek yolunun Nobel Ödülü kazanmaları olması çok üzücü. Ve sonra, bundan beş yıl sonra, kimse hatırlamayacak, kimse Modiano’nun kazandığını hatırlamayacak.”
“My takeaway thought to this is that it’s really sad that the only way that these people get any attention is when they win the Nobel Prize—and then, five years from now, no one’s going to remember it, no one’s going to remember that Modiano won it,”***
Başta dediğim gibi edebiyatta süreç nasıl bu hale gelebiliyor bilemiyorum, cevaplanamayan bir sürü soru akla getiriyor. Ama ödüllere, tanıtımlara bakmadan kendi edebi birikimimize güvenerek Modiano’yu 5 yıl sonra hatırlayıp hatırlamamak artık biz okuyuculara kalmış durumda, sorumluluk artık bizde. Başkaldırılar çağında yaşadığımıza göre belki bir noktadan sonra bu kısır döngü de kırılacak ve bunun yazarın mı okuyucunun mu elinden olacağını zaman gösterecek.
**http://time.com/3484744/nobel-prize-literature-winner-patrick-modiano/
***http://www.newyorker.com/business/currency/nobel-prize-literature-sell-translated-foreign-books