“Savaş ölümcül olacaktı tabii. İstediğim, sevdiğim her şeyin arkasında pusuya yatmış bekleyen ölümcül bir şey hep vardı zaten. Olmadığı zaman da, ben kendim ellerimle yaratıyordum.”
Özel Bir Barış; arkadaşlık, dostluk – hatta aşk-, savaş, delilik, ergenlik üzerine yazılmış John Knowles romanı. Yazarın kendi hayatından da izler de taşıyan bu roman; 2. Dünya savaşı sırasında Amerika’da erkek lisesine giden bir grup gencin beraber geçirdikleri bir seneyi anlatıyor.
Romanın anlatıcısı Gene Forrester. Kendisi okulu bitirdikten on beş yıl sonra okula geri dönüyor ve bize o yıllarda neler olduğunu anlatıyor. Gene ve Phineas (Finny) aynı odayı paylaşan, git-gelleri olan, birbirinden tamamen zıt karakterlere sahip gençler. Finny, dışa dönük, atletik, kendine güveni tam, korkusuz ve otoriteye kendince baş kaldıran ve deyim yerindeyse şeytan tüyü olan biri. Gene ise; içe dönük, sportif aktivitelerde yeterli olamayan, kendine güven sorunları yaşayan, otoriteyle sorun yaşamaktan çekinen, öte yandan da akademik anlamda başarılı bir genç. Aynı odayı paylaşmaları nedeniyle de bu ikilinin görece yakın bir arkadaşlıkları var.
Yaz okuluna devam ederlerken bir gün Finny, Gene’i okulun içinden nehre atlamak için zorluyor. Nehrin kenarındaki büyük ağacın dalına çıkıp kolayca hatta şiirsel sayılabilecek bir atlayış yapıyor ancak; Gene için bu o kadar kolay olmasa da içten içe Finny ile rekabet halinde olduğundan atlayışı yapıyor. Daha sonraki zamanlarda diğer öğrencilerin de katılımıyla bu tarz tehlikeli atlayışlar yapmaya devam ediyorlar ta ki, Finny talihsiz bir kaza geçirip bacağını kırana kadar. Finny’nin bacağındaki kırık, Finny gibi spor için yaşayan biri için kabusa haline geliyor. Çünkü doktorlar tekrar eski haline gelmesinin imkansız olduğunu söylüyorlar. Bu arada belirtilmesi gereken önemli bir nokta daha var ki o da; Finny’nin bacağının kırılmasında Gene’nin payının olması. Atlayış yapmak için ağaca çıktıklarında Gene ağacın dalını, sonuçlarını hiç kestirmeden ve kasti olup olmadığı net olarak anlaşılamayan bir şekilde, sallıyor ve bu Finny’nin dengesini yitirip düşmesine neden oluyor.
Burada bir parantez açmak istiyorum, Finny’nin sakatlanmasından önceki ve sakatlandıktan sonraki süreçte yazar, Gene’nin kendi içindeki çatışmaları bize detaylı bir şekilde anlatıyor. Gene’nin Finny’e duyduğu sevgi ve kıskançlık gibi uç duygular arasında yaşadığı gerilimi, iç sıkıntılarını ve kararsızlığını okuyucuya hissetmeyi çok iyi başarıyor. Gene’in Finny’e duyduğu sevgi ve hayranlık için kimi zaman ‘Acaba Gene, Finny’e aşık olabilir mi?’ sorusunu soruyorsunuz. Hatta aşkın içindeki o hastalıklı sayılabilecek “aşık olunanı yok etme arzusunun” bir yansıması mı acaba tüm bu yaşananlar diye düşünüyorsunuz. Bu ihtimal “Hiçbir şey sürüp gitmiyor, ne bir ağaç, ne aşk, hatta şiddet sonucu ölüm bile.” cümlesiyle de destekleniyor.
Gene bir süre sonra yaşadığı pişmanlık ve suçluluk duygusuyla baş edemeyip her şeyi Finny’e anlatmak için onu ziyarete gidiyor. Ve ona dalı bilerek salladığını itiraf ediyor. Her ne kadar Finny Gene’nin günah çıkarmasına inanmasa da, aralarında geçen bu konuşma arkadaşlıklarındaki ilk somut kırılmayı bize gösteriyor. Finny okula döndüğünde o talihsiz olaydan bir daha bahsetmeyip kaldıkları yerden devam etmeyi deniyorlar. Bunu başarmak onlar için hiç kolay olmuyor. (Zaten bir kalp kırıldıktan sonra ne kadar tamir etmeyi denerseniz deneyin ya da görmezden gelmeyi seçerseniz seçin her şeyin eskisi gibi olmasını beklemek saflık olur.)
Ancak bu sırada savaşın etkisi de okulda iyice hissedilmeye başlıyor. Savaşa katılmak için okulu bırakıp orduya yazılan son sınıf öğrencileri, arkada kalan diğer öğrenciler için bir kahramana dönüşüyor. Savaşa gitmenin bu genç erkeklere adeta erkekliklerini kanıtlama fırsatı gibi sunulduğu görülüyor. Savaşa katılmak varken okulda olmanın anlamsızlığından bahsediliyor. “Ağzımızı açınca da tek konuştuğumuz şey havacılık eğitim programları, askere gitmiş ağabeylerimiz, orduya katılma koşulları, Devon’un anlamsızlığı, torunlarımıza anlatacak savaş anımızın olmayacağı, savaşın ne kadar sürebileceği ve böyle bir zamanda ölü dilleri öğrenmeye çalışmanın inanılmazlığı.” Yazar kitapta bunlara yer verirken savaşı yüceltmeye çalışmıyor; “Bu savaş hikayesi uyuşturucu bir ilaçtan başka bir şey değil.” ve savaşı ‘uyduranlar’ için “Bizim kendilerini işlerinden, yerlerinden etmemizi istemeyen şişman ihtiyarlar. Hepsini onlar uydurdu.” diyerek, savaşın anlamsızlığına vurgu yapıyor.
Finny ile Gene ,‘uydurulmuş’ bir savaş yerine ‘özel bir barış’ı tercih ediyorlar. Bu özel barışı tercih etmelerindeki tek sebep Finny’nin savaşı uydurulmuş bulması değil. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu ‘özel barış’ın Finny’nin sakatlığı sebebiyle eksik hissetmesi ve kurduğu savunma mekanizmasıyla da ilişkili olduğunu anlaşılıyor. Ancak bu savaşı ‘anlamlı’ kılmaya yetmiyor. Çünkü görüyoruz ki; savaşa katılan katılmayan herkes için geçerli tek gerçeklik düşmanın, aslında ‘kim?’ olduğu noktasında düğümleniyor; “Hepsi, Phineas hariç hepsi, kendileri için sonsuz ağırlıkta bir bedel ödeyerek sınırın ötesinde gördüklerini sandıkları düşmana karşı birer Maginot Hattı oluşturuyorlardı, ama düşman asla o taraftan saldırmıyordu…tabii saldıracak olursa, tabii düşman oysa.” Ve siz bu satırları okurken bir yandan da romandan sıyrılıp gerçek hayata dönüp “düşman”ın ne olduğunu sorgulamaya başlıyorsunuz. Şişman adamların parmakla işaret ettikleri mi düşman, kapı komşunuz mu, en yakınınız mı hatta düşman kendiniz misiniz? diye soruyorsunuz.
Özel Bir Barış’ın geçtiği okulun disiplini ve soğukluğu bende “Ölü Ozanlar Derneği” çağrışımı yaptı. Kendilerini bulmaya çalışan gençlerin bu arayışının önüne hep çeşitli engeller konulduğunu düşünmeye başladım. Özel Bir Barış’ta bu engel savaştı, Ölü Ozanlar Derneği’nde ise ailelerin çocukları için koyduğu hedefler/idealler ve sadece akademik anlamıyla tanımlanan ‘başarılı olma zorunluluğu’ydu. Sonra aklıma Çavdar Tarlasında Çocuklar geldi, Holden’ın okul ve otoriteyle olan sorunları, kurduğu dünya algısı, sorgulamaları ve bakış açısı… Hepsi de bir biçimde ergenliğin o kendine has varoluş halini bize göstermeye çalışıyor.
Bu romanda özel olarak arkadaşlık ilişkileri insanın karanlık yanlarına daha yakından bakan bir gözle ele alınmış ve rahatsız edici olacak kadar açık ifade edilmiş. Bir mecbur olma hali sebebiyle kurulan arkadaşlığın, dostluğa hatta aşka evrilirken geçirdiği dönüşüm ve deformasyon net olarak ortaya konmuş. Bu psikolojik gerilim haline savaş arka planı da eklenince okuması çok daha keyifli bir roman ortaya çıkmış. Ölü Ozanlar Derneği ve Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı sevdiyseniz Epsilon Yayınları tarafından basılan Özel Bir Barışı da okumanızı tavsiye ederim.
Not: Yukarıda bahsettiğim kitapların hepsi de erkeklik üzerinden kurulan romanlar, düşündüm aklıma bu romanların kadın versiyonu pek gelmedi. Belki biraz Sırça Fanus denebilir ama tam da karşılamıyor sanki. Neyse efendim aklınıza gelen ergenliğin kadıncası romanlar olursa yorumlarınızı bekliyoruz.
About Merve Apaydin
sadece ne aradığını bulmaya çalışan, "ruhu pijamalı" kız çocuğu.