“Hasret, bir mercek gibi, baktığınız her şeyi büyütüyor.”
Yurt dışında yaşayan ve senenin sadece belirli günlerinde Türkiye’de bulunan Nermin Yıldırım, Beğenmeyen Okumasın‘ın yazar buluşmasına gelmeyi kabul edince, birlikte konuşmak için son kitabı Unutma Dersleri‘ni değil, ilk kitabı Unutma Beni Apartmanı‘nı seçtik. Her buluşmadan önce olduğu gibi bu buluşmasından önce de içimizde bi heyecan vardı. “Acaba kaç kişi gelecek, yazar sıcakkanlı birisi mi, buluşma verimli geçecek mi?” gibi sorular vardı kafamızda. Hem Nermin Yıldırım’ı hem de Unutma Beni Apartmanı‘nı seçmekle çok doğru bir karar aldığımızı sıcacık buluşmamız boyunca tekrar tekrar anladık.
“Hafızasıyla problemli bir insanım, bu yüzden sürekli unutmayla ilgili yazıyorum.” diyor Yıldırım ve her romanını yazma aşamasında ortalama yedi kere yazdığını ve yazmayı bitirdikten sonra tekrar eline almadığını söylüyor. Yazmayı çok ciddiye aldığını, yazmakla ilgili derdinin yayınlamanın çok ötesinde olduğunu ileten Yıldırım, Unutma Beni Apartmanı‘nı da dört buçuk senede yazmış. Ağırlıklı olarak Unutma Beni Apartmanı‘nı ve kitabın ana karakteri Süreyya‘yı konuştuk buluşmamızda. Süreyya‘nın bir mağdur diline sahip olmasını istememiş Yıldırım. Toplumun normlarına ve beklentilerine uygun olmayan bir kadın olsa da, onun mağdur olmadığını, bu yaşamı kendi seçtiğini iletmek istemiş. Yapılması gereken şeyleri yapmayarak kendine bir nevi hürriyet alanı yaratan, dünyada bir çivisi bile olsun istemeyen bir kadın Süreyya. Yıldırım da, yaptığı her şeyi onaylamasa da, Süreyya‘nın dünyaya verdiği öfkeli mesajından dolayı desteklediğini söylüyor. “Sevmekten kastımız sevilmek oluyor genelde. Kendini sevdirme arzusu, toplum tarafından onaylanma arzusu, kendi kendimize yaptığımız acıklı bir şey. Kendi değerimizi başkaları tarafından onaylanmakla ölçüyoruz. Oysaki Süreyya bu konuda cesur davranıyor, sevilmemeyi göze alarak olduğu kişi olmaya devam ediyor. Benim en çok takdir ettiğim, onun gibi olmayı isteyebileceğim yönü bu.” Süreyya‘nın kitaptan sonra ne yaptığını hiçbirimiz bilmiyoruz ama Yıldırım’ın da dediği gibi ‘belki de, sırf kırılmasın diye bir kalbi olduğunu reddeden’ bir kadın o.
“En başından beri benimle birlikte yürüyenlerle aramda, sadece bizim oynadığımız bir oyun olsun istiyorum.” diyor ve ilk üç romanının aslında gizli bir üçleme olduğunu da söylüyor bize Yıldırım sohbet esnasında. Örneğin, Rüyalar Anlatılmaz‘da, Unutma Beni Apartmanı‘nda Süreyya‘nın mezarlıkları dolaştığı sırada isimlerini mezar taşında görüp, kendince bir yaşam yakıştırdığı bahriyelilerin hikâyesini buluyoruz. Saklı Bahçeler Haritası‘nda da karşımıza, yine ilk romanda birden ortadan kaybolan Rıdvan karşımıza çıkıveriyor. Nermin Yıldırım, tüm bu karşılaşmaları ilk romandan itibaren kendisiyle birlikte gelen kemik okuyucuları için özenle hazırlamış. Tüm romanları arasında başka bir evren olsun, başka bir bağ olsun istemiş.
“Aşktan, depreme, depremden darbelere, darbelerden tesadüflere, tesadüflerden 11 Eylül saldırılarına, saldırılardan arkadaş ölümlerine daha birçok şeye romanın içinde neden her şey var?” diye sorduğumuzda Yıldırım’ın cevabı yoruma gerek bırakmayacak kadar doğruydu: “Hayat her zaman daha acımasız, daha şaşırtıcı, daha neşeli, daha güçlü, daha büyük. Dünyanın en fantastik şeylerini de yazsanız hayat kadar saçma olamazdı.”
Samimiyeti, sıcaklığı, alçakgönüllüğü, bir kitapta okusak altını çizebileceğimiz türden sohbeti ve bu romanıyla ilgili bize verdiği büyük sır ile unutulmaz bir buluşma yaşatan Nermin Yıldırım’a tekrar teşekkür ediyor ve ekliyoruz: Baharda görüşmek üzere!
Kitaptan en çok akılda kalanlar:
Burcu: “Unutmaması gereken kişi, bu apartmanı görmüş müydü acaba?”
Merve: “Aslında hayat elimde tuttuğum şey değildi de, ben gerçek hayata dokunmaya hazırlanıyor ve sadece bekliyorum gibi gelirdi.”
Nermin: “İşte birileri bana birtakım sıfatlar yüklemeye başladı diye geçirdim içimden. Aklı başındaymış. Tamam, ben de onun derinlikli biri olduğunu düşünüyordum, ama bunu söyleyip elini kolunu bağlamıyor, onu derinlikli biriymiş gibi davranmak zorunda bırakmıyordum.”
Pınar: Cihangir’de bir apartmanın önünde hikâye yazmak istedim.
Aslı: O son telefon keşke annesinden değil de, kızından gelseydi.
Başak: Burada olmaktan o kadar memnunum ki, ağzımın tadı bozulmasın diye susuyorum.
begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası