“Hayatımın, afetin gerçekleşmesini beklemekten ve hayatımla iç içe geçmesini gözlemlemekten ibaret olacağını biliyordum.” (s.118)
Bir kitaba başlamak ve o kitabı bitirmek başlı başına bağlılık gerektiren bir eylemdir bana göre. Ben bazı zamanlar seçtiğim kitaba; onu elime alıp ilk satırını okumaya başlamamla birlikte verdiğim bu sessiz sözü tutamam. Çünkü; okumak için seçtiğim kitap her ne kadar “doğru” kitap olsa da, onunla birbirimizi tanımaya başladığımız “an” doğru olmayabiliyor ve ilişkimiz yarım kalıyor. Bazense, hakkında hiçbir fikrimin olmadığı bir kitabı sadece adı hoşuma gittiği için alıp okumaya başlıyorum ve her şey yerli yerine oturuyor; beni sarsıyor, tokatlıyor, sersemletiyor ve sonra da beni usulca kendi kendime bırakıp geri çekiliyor.
Anlattığım hallerden ikincisini yaşatan bir kitaptan bahsetmek istiyorum bu kez: Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk. 1943 doğumlu Alman yazar Wilhelm Genazino’nun 2009 yılında yayımladığı ve Türkçeye Zehra Aksu Yılmazer tarafından çevrilen Ayrıntı Yayınları’nca yayımlanan eseri. Wilhem Genazino’yu bu kitapla tesadüfen tanışmadan önce hiç bilmiyordum. Kendisi hakkında biraz araştırma yaptığımda öğrendim ki, 2004 yılında George Büchner Ödülü almış Alman edebiyatının önde gelen isimlerindenmiş. Türkçeye çevirilen şu an için iki eseri mevcut, biri Jaguar Kitap tarafından basılan O Gün için Bir Şemsiye, diğeri ise az sonra size bahsedeceğim Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk.
Romanın kahramanı Gerhard Warlich, felsefe öğrenimi yapmış, doktora sahibi 41 yaşında bir adam. Eğitimi ile alakası olmayan bir işte sadece para kazanmak için çalışıyor, nedeni ise tanıdık; “Felsefe öğrenimimi yeni tamamlamıştım ve eğitim düzeyime uygun bir işi ne üniversitede ne de üniversite dışında bulabilmiştim; ama para kazanmam gerekiyordu, hem de bir an önce; çünkü sekiz yıl boyunca aldığım öğrenim kredisini eğitimimi tamamlar tamamlamaz geri ödemeye mecburdum”(s.13). Hayatında bir dönüm noktasına gelmiş. Bunun belki biraz farkında, belki değil ya da farkında ama mümkün olduğunca görmezden gelip üstünü örtme, kaçınılmaz olanı öteleme eğilimde… Hangisi olduğunu bilmiyoruz, daha doğrusu hangisi olduğundan emin olamıyoruz. Tek bildiğimiz, hayatından hoşnut olmadığı. “Hayatım bu şekilde devam edemez. Ne grotesktir ki halimizden memnunum aslında, yani oturduğum daireden, gelirimden, evlilik benzeri ilişkimden, yani hayat arkadaşım Traudel’den. Yine de benim izlenimim, ortada katlanılmaz bir durum olduğu: Hayatım.” (s.8) Aslında bu alıntı kitap hakkında bize çok şey anlatıyor. Ya da şöyle demek daha doğru; bu alıntı bize hem Gerhald’ın hem de onun gibi yaşamak zorunda olan pek çok insanın hayatıyla ilgili çok şey anlatıyor. Memnuniyetsizliklerimizden ziyade memnuniyetlerimiz, memnun olmak zorunda hissettiklerimiz; aslında bizi daraltan, boğan, benliğimizden uzaklaştırıp yabancılaştıran şeylerden kopmamızın önünde devasa bir ejderha olup dikiliyorlar. Ne zaman içimizden hoşnutsuzluğumuzu ifade eden bir cümle geçse, bizi alevleriyle tehdit edip korkutuyor, sindiriyor.
Gerhard da sıkışmış durumda. Bir yanda katlanamadığı hayatı, bir yanda “…inceliğine yaraşan bir şeyler yaşamak istediği”(s.9) ruhu diğer taraftaysa hayata adapte olma noktasında onun kadar sorun yaşamayan ve artık evlenmeleri bir çocuk sahibi olmaları gerektiğini düşünen ‘hayat arkadaşı’ Traudel var. Yaşadığı iç sıkıntısını onunla paylaşamıyor ya da paylaşmaya bile mecali yok, bunu gereksiz buluyor. “Başladığım bir cümleyi bitiremediğim anda bıçak gibi saplanıyor yalnızlık”(s.115). Yaptığı, yapmayı içinden geçirdiği, gün içinde gözlemlediği hiçbir şeyi anlatmıyor. Kendine yönelttiği “Terk edilmiş değilim ama kendimi neden yapayalnız hissediyorum?”(s.34) sorusu da aslında bize içinde bulunduğu çöküntü hakkında ipucu veriyor. Yalnızlık, romanda üzerinde durulan en önemli sorunlardan biri. Çaresizlik, aidiyetsizlik, anlaşılamama korkusu/önkabulü, sıkışmışlık, değersizlik hisleri de yalnızlığın peşi sıra işlenen duygular. Yazar tüm bu modern zaman yüklerini yavaş yavaş karakterin zihninden okura aktarıyor. Bize eğitim olarak sunulan kurallar silsilesiyle nasıl, nedenini bile bilmediğimiz bir utançla yaşamaya mecbur bırakıldığımızı, kontrol mekanizmalarıyla nasıl uysallaşmaya zorlandığımızı, duyarlılıklarımızın bile bir süre sonra aleyhimize dönebildiğini gösteriyor.Tüm bu karmaşık duyguların belirginleşmesi Traudel’in çocuk istediğini açıklamasıyla başlıyor. Ancak öncesinde de Gerhard’ın dalgalı ruh halini görüyoruz, “…ağlama nedenlerim son zamanlarda güçlü bir biçimde geri dönüyor, hatta yeni gözyaşlarına da yol açıyorlar” (s.28).Yaşlanıyor ve ölüme yaklaşıyor olmak düşüncesinin zihninde dolaşmaya başlaması da bu ruh halini daha koyu kıvama getiriyor. Ve bir adamın depresyona -ya da adına ne derseniz- yenik düşüşünün hikayesini okuyoruz usul usul. Ayakta kalmayı, kendini var edebilmeyi istiyor aslında,; “Bir şeye sırt çevirebildiğim zaman adeta canlanıyorum.” (s.35) diyor ama sonradan da vardığı sonuç “Uzun mesafeler katettikten sonra, dolanıp durmanın netice vermediğini anlıyorsunuz ve dolanıp durmaktansa bir yere yerleşiyor, bakınıp duruyorsunuz.” (s.102) noktasına geliyor. İşinden kovulmasıyla beraber –her ne kadar belirgin bir tepki göstermemiş olsa da- çöküşü iyice derinleşiyor. Daha sonra istemediği ama Traudel’in ısrarları nedeniyle gitmek sorunda kaldığı iş görüşmesini bilerek sabote ediyor ve aynı gün gençlik aşkıyla karılaşması tüm dengesini yitirmesine sebep oluyor Gerhard’ın.
Romanda modern insanın yaşamaktan bir türlü kaçamadığı; yalnızlık, çaresizlik, sıkışmışlık gibi ruhsal sıkıntılar çok yerinde tespitler ve başarılı bir anlatımla okuyucuya sunuluyor. Bunların yanı sıra yazarın çok yerinde bir eleştiri sunduğunu düşündüğüm nokta ise; eğitim, kapitalizm ve tatmin alanına ilişkin. Romanda Gerhard, felsefe eğitimi almış ancak alanında çalışacak bir iş bulamadığı için kendi yetenek ve bilgisini birebir kullanmasına gerek olmayan tamamen alakasız bir iş yapmaktadır. Eğitim kredisini ödemek zorunda olduğu için geçici olarak girdiği bu işte kovulana kadar tam 14 yıl çalışmıştır. Ancak yaptığı iş ile kendisi arasına – işi beğenmeyişi, küçümseyişi ya da kendine yakıştıramayışı vs. nedenleriyle olabilir- koyduğu mesafe yıllar içinde daha da derinleşmiş ve her gün her an kendini kendine bir şekilde kanıtlamak zorunda hissetmeye başlamıştır. “Hayat hikayemin derinlerinde yatan rahatsızlığı, yani felsefe, kültür ve kibrimin beni yanılttığını bugüne kadar hiç konuşmadık Traudel’le. Daha da derinlerdeki sorunumu, kendimi gözümde, şimdi beni kahredecek kadar çok büyütmüş olduğumu dile getirmem hepten imkansız. Buna ne zaman yeltensem, utançtan boğulacak gibi oluyorum.” (s.98) Kurmayı hayal ettiği akşam okulu ya da eski okulundan kendisine gelmesini arzu ettiği hocalık teklifi hep bu yanlışlığı düzeltme isteğinin bir yansımasıdır.
Lafı daha fazla uzatmadan ben “Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk” romanını çok sevdim. Belki kendimle benzeşen pek çok nokta bulduğum için, belki doğru zamanda okuduğum için bilemiyorum, benim için özel romanlar listesine girdi. Altını çizdiğim, kitabı kapatıp durup düşündüğüm o kadar çok yer oldu ki, biraz zaman geçtikten sonra yeniden okumayı planlıyorum. Kafka’nın Dönüşüm’ünü sevdiyseniz bu kitabı okuduğunuzda pişman olmazsınız diye düşünüyorum.
Not: Kitabı alıp okumaya karar verirseniz, Lester Young – Stardust eşliğinde okumanız naçizane tavsiyemdir.
About Merve Apaydin
sadece ne aradığını bulmaya çalışan, "ruhu pijamalı" kız çocuğu.