Küçüklüğümüzden beri büyümenin önemli olduğu bir kültürle yoğrulduk. “Büyümüş de küçülmüş”. “Büyük adam olur inşallah”. “Büyüyünce ne olacaksın?” Bunlar sık sık duyduğumuz cümlelerdendi. Olgunluğu fazlasıyla takdir ederdi herkes. İtalyanlar büyümek istemiyorlar, evlenmek istemiyorlar, çocuk falan da istemiyorlar. 40 yaşındayken 30 yaşında gibiler. Annelerine babalarına bağlılar. Zaten anne babalar da uzun yaşıyor. Acele etmiyorlar. Tutkuyla bağlılar çizgi romanlara.
Lucca Comics’i ilk defa görebilme şansım oldu ve bir kere daha anladım ki İtalya hakkında anlamadığım ve kavrayamadığım daha çok şey varmış. Çünkü çizgi romanlarla büyüdüğümüz pek söylenemez. Bizde sansür çok. Bize göre her şey müstehcen ve tehlikeli (!).
Her sene Lucca Comics’te yaratıcılık ve çocukluk buluşuyor. Biter bitmez özlemeye başlıyor insan Lucca Comics’i. Bir yandan bir oyuncak bulamayan Suriyeli çocuklar bir yanda dünyanın oyunu, videooyunu, oyuncağı, kostümü, hayal gücü, karikatürü, çizgi romanı. İnsan kendini suçlu hissediyor.
Hiçbir bedel ödemeden katılım sağlanabilecek olan Bordafest’te bağımsız olanlar sanat eserlerini sunuyor, kartpostallarını, karikatürlerini, posterlerini, kitapçıklarını… tüm yaratıcılıklarını. İlerliyoruz oraya doğru. Yazar bir arkadaş “Kitaplarımı bırakabilir miyim buraya? Benim için satar mısın? Ben de gelip bakacağım bir ara” diyor. Çizer arkadaş ‘elbette’ diyor. Güven var, insanlık var, inanç var. Bir bağ var insanlar arasında hiç hafife indirgenmeyecek. O da yaratıcılıkla yoğruluyor. Yaratıcılık gidince yerini korku alıyor. Hiçbir bomba patlamıyor. Yalnız geçen sene Naziler saldırmış solcu çocuklara, İnce Memed’deki o sık sık söylenen bedduadaki gibi ‘gözleri kör olasıcalar’.
Ben bol bol kitap aldım, çizgi roman daha çok. İtalyanlar çizgi filmlerinin müziklerini seslendiren Cristina D’avena’yı dinlediler. Çocukluklarına döndüler. Joker’in kızarkadaşı ordaydı, Game of Thrones’un sarışını (adını bile bilmiyorum) ordaydı, bir ara Yüzüklerin Efendisi ekibi geçti, her ne kadar hayal kırıklığı olsa da kostümleri, onlar da ordaydılar. Ben bu kadar çizgi roman sevmezdim. Ama benim gibi başkalarının çizimlerine bakmayı seven ve tembel tipler için ve “yazar hem çizsin hem yazsın, hayal etmeme bile gerek kalmasın, hayal gücüm de yazarın hayal gücüyle bir olsun, onun beyninin içine gireyim, onun gözüyle dünyayı göreyim” diyenler için çizgiroman müptelası olmak çok kolay. Önceden Bulgakov’un ‘The Master and Margharita”sını okumuştum çizgiroman olarak, İtalyanca. (Hem yeni bir dil öğreniyorsanız, çizgiromanla öğrenmek daha kolay çünkü çizimlere bakarak anlam çıkarabiliyorsunuz. Bu tavsiyeyi de bana Japon bir arkadaş vermişti, başka kim olabilir ki?) Sonra yine çizgiroman olarak Kafka’nın Metamorfoz’unu merak etmiştim, o da muhteşemdi. Gregorsamsa’nın kabuğuna saplanan o yeşil elma dün gibi aklımdadır.
Barbara Stok’tan Vincent. Bu kitabı ayrıca YKY’de de bulabilirsiniz. Muhteşem bir anlatım. Özellikle de Van Gogh’un çabuk sinirlendiği ve insanlara atarlandığı çizimler muhteşem. Ağabeyiyle olan ilişkisinin mektuplardan alıntılarla tasvir edilmesi, Van Gogh’un kulağını kestiği an…
Dilerseniz 1 avroya da çok güzel çizgiromanlar alabiliyorsunuz Lucca Comics’te. Mesela Dylan Dog’ların tüm eski çizimleri bir Euro idi. Dylan Dog’un boş beyaz kapağını yan tarafta görebilirsiniz… En son Dylan Dog’un Tiziano Sclavi tarafından yazılmış olan bir bölümünü aldık, o da 3 avro 20 sentti. Tabii bu da çok ucuz değil ama bilmiyordum ki Dylan Dog Tiziano Sclavi tarafından yaratılmış. Şimdi alkol sorunları olduğu söyleniyor ama ben dedikodulara dalmadan, devam ediyorum.
Van Gogh’un hayatını okuduktan sonra herkesin hayatını okumak istediğimden, John Lennon’ı da almadan geçemedim, yazar çizerlerin isimleri şöyle: David Foenkinos orjinal kitabın yazarı, uyarlama Eric Corbeyran ve çizimler Horne’ya ait. Her ne kadar John Lennon’ın hayatını önceden okumamış olsam da bu çizgi romanı okuyunca karakterinin sağlamlığından şüphe ettim.
Bir de şu düşündürdü beni bu kitaptan sonra: Çizgi romanlar bir kitaptan uyarlanırken hangi bölümlerin seçildiği ne kadar önemlidir? Bu işin etik bir yolu var mıdır? Özetle Lennon hep böyle karanlık tarafta mıydı yoksa kötü tarafları mı yansıtılmış? Çünkü anladığım kadarıyla egoistin kelime tanımı John Lennon. Lennon’un bu biyografisinin İngilizceden İtalyancaya çevirisi Davide Bertaine’ye ait. Eduardo di Costa sayfalama ve düzenleme yapmış. Elbette güzel olan şey bu kitaplarda, işbirliği. İnsanlar bir araya gelip yapıyorlar, ortak bir çalışmanın ürünü. Çizim, uyarlama, yazı, düzenleme, çeviri derken bir takım işine dönüşüyor.
Yazarın gözünden Napoli, Bastien Vives, Anne Simon, Mathieu Sapin ve Alfred tarafından yazılmış. Tunue yayınevinden çıkmış. Tunue küçük bir yayınevi olmakla beraber, kitaplarını yarı fiyata indirmişti. 14 avrodan 7 avroya düşen kitaplar arasındaydı bu kitap da.
1 avroya aldığım kitaplar arasında Anna Sarfatti ve Michele Sarfatti’nin ‘Hafıza Ağacı: Yahudilerin katliamının bir çocuğa anlatılması’ isimli kitabı var. İllüstrasyonlar Giulia Orecchia’ya ait. Mondadori’den çıkmış. Mondadori aslında çok popüler ve ana damar bir yayınevi. İtalya’da eleştirel bir yazar Mondadori veya Eunadi gibi yayınevleriyle çalışırsa, ‘senin eleştirelliğine ne oldu?’ diye yargılanabiliyor. Tabii bu yayınevleri kitapların satılma ihtimalini arttırıyor, o yüzden de yazarlar daha çok okura ulaşabilmek için bu yolu seçebiliyorlar. Mesela Zerocalcare, şu an İtalya’nın en ünlü çizgiromancılarından, bu nedenle eleştirildi. Tüm bunlar bir yana Sarfattilerin bu kitabında çocuklara bazı felaketlerin şiirimsi bir şekilde anlatılması da pedagojik olarak çok hoşuma giden bir fikir.
Linus diye bir dergi vardı bir avro idi o da. En eski sayıları satılıyor şimdi. Okumaya vaktim olmadı ama sizinle paylaşmak isterim içindeki güzel şeyleri. Çok hoş bir dergiye benziyor. Hele çocuklar için çok eğlenceli olsa gerek ama içeriğine bakınca aslında sadece çocuklar değil her yaşa hitap eden bir dergi olduğu anlaşılıyor.
Fabio Bonetti’nin anneannesini anlattığı Emilia adlı kitabı sanırım kapağı yüzünden aldım, aldığıma da biraz pişman oldum. Maledizioni’den çıkan bu yayın iki dakkada okunuyor. Bir de o anneanneyle olan ilişkinin sıcaklığını insan okurken hissedemiyor. Yazar biraz Kuzeyli bir İtalyan gibi anlatmış anneannesini. Eğer Sicilyalı olsaydı kimbilir nasıl yazardı… Yine de anneannenin dedesine aşık olduğu anı anlatırken, dedesinin osuruğunu bir şişenin içine saklayıp onu etkilemesi gerçekten hayatım boyunca unutamayacağım kötü mizah örneklerinden. İnsan yazarın içtenliğine inanmak ile inanmamak arasında kalıyor. Dediğim gibi kırmızı dudaklı ve kırmızı boneli bir anneanne ve kırmızı ojeleri kitabı sattırıyor. Çizimler de fena değil hani.

Uomo Bonsai (Bonsai Adam) Fred Bernard’a ait. Bu da kapağıyla çok ilgi çeken bir kitap. Yine Tunue yayınevinden, yine yarı fiyata düşmüştü son gün. Kitabın ilk sayfasında diyor ki: ‘Düşmanını alt eden güçlüdür fakat kendisini alt etmeyi başaran asıl güce sahiptir’ Bonsai Adam’ın hikayesi beni özellikle çok etkiledi. Bir kaptan anılarını anlatır, kitap kaptanın Bonsai Adam ile karşılaşması ile başlar. Bonsai Adam konuşan bir ağaçtır, nasıl bu hale geldiğini anlatırken kaptan, herkes ağzı açık dinler onu. Hayal gücü en zengin olan kitap buydu. Sizi gerçek anlamda başka bir mekana taşıyor. Bu biraz klişe oldu, şöyle diyelim: Ben ne kadar sıkıcı şeylerle uğraşıyorum, şu sanatçının kafasının içindeki güzelliklere bak, dedirtiyor.
En sona Crotus’u sakladım. İşte bu Bordafest’te yazar arkadaşım Uduvicio Atanagi‘ye yerini veren kişinin kitabı. Kendisi gencecik bir çizer. Kitabın kapağı çok sıradan gibi görünse de ilgi çekiyor. Çizimleri ve renk kullanımı gerçekten başarılı. Çizerin adı Francesco Catelani. Tüm kitaplar ve posterler tamamen sanatçının kendi üretimi. Bağımsız sanatçılardan. Bağımsız sanatçılar Lucca Comics’e katılmak için hiçbir ücret ödemiyorlar. Biraz dışlanmışlar gibi ama yine de güzel geniş bir alanları var, orda ürünlerini satabiliyorlar ve sanatseverlerle buluşabiliyorlar. Lucca’nın duvarlarının altında bir yerlerde gizliler. Bir dönüyorsunuz kapıdan bir zombi geçiyor. Aldırış etmiyorsunuz tabii. Nasıl bu kadar yaratıcılığın içinde buldum kendimi, ne kadar sıradan bir insanım, derken, ‘anlatmak için yaşamak’ lazım diyerek bu yazıyı yazıyorum.
sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.