TEVİTÖL’ü duydunuz mu hiç? Yani Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi’ni? Kocaeli’nin Gebze ilçesinde bulunan, Türkiye’nin üstün ve özel yetenekli çocuklarına eğitim vermekte uzmanlaşmış bir lise bu. Vatan Gazetesi’nde 2005 yılında bu liseyle ilgili bir haber çıkmış. Gazetenin muhabiri okulu ziyarete gitmiş, kampüsü gezmiş; haberin içinde TEVİTÖL gönüllüsü Ayşegül Dinçkök’ün yanı sıra okulun öğrencilerinin de görüşlerini aktarmış.
Bu görüşlerden biri de 1987’de Eskişehir’de doğmuş, Sezen isimli bir kıza ait. Son sınıf öğrencisi olan Sezen’in sürekli kitap okuduğu, felsefeye ve edebiyata çok meraklı olduğu vurgulanmış ve şu ifadelerine yer verilmiş: “Dersaneye gidiyorum, öğrenciler örneğin felsefe dersinde hiç soru sormuyorlar öğretmene, biz ise her şeyi sorguluyoruz. Bu okula gelmeden önce Filistin’deki duvardan, Ruanda’da insanların açlık çektiğinden haberim yoktu.”
İşte o Sezen, liseyi bitirdikten sonra 2006 yılında tam burslu olarak Harvard Üniversitesi’ne kabul ediliyor, 11 sene sonra da ilk romanı Kıymetli Şeylerin Tanzimi, İletişim Yayınları etiketiyle raflarla buluşuyor.
Ben Kıymetli Şeylerin Tanzimi ile geçen yaz sonunda, bir gazetenin kitap ekini hazırlayan arkadaşımın Facebook’taki paylaşımını gördükten sonra tanıştım. O kendisi için bir muhakkak okunacaklar listesi yapmıştı aslında ama söz konusu kişi kitap konusunda bir profesyonel olunca, listeye göz atmadan duramadım. Yazdıklarının bazılarını okumuş, bazılarını da kendi okunacaklar listeme çoktan almıştım. Ama bu biraz tuhaf isimli kitabı hiç duymamıştım. İlk fırsatta aldım ve bir uçak yolculuğunda başlayıp 24 saat içinde tamamladım.
Üzerine uzun uzun konuşmadan evvel, ilk okumadan sonra Goodreads’e yazdığım yorumu şuraya iliştireyim:
Uzun zamandır ilk kez elimden bırakamadığım, her arada iki sayfa da olsa okumaya çabaladığım, gönül rahatlığıyla 5 yıldız verdiğim, bir yandan insanlara “Okuyun” diye tavsiye etmek istediğim bir yandan da “Herkes bilmesin” kıskançlığıyla yaklaştığım bir kitap. Hele ki bol teyzeli, kuzenli, aile boyu yemekli, birbirine çok da uymayan çiftlerden mürekkep bir ailenin mensubuysanız bayılacaksınız. Sezen Ünlüönen’in klavyesinin tuşuyum!
Bu üstünkörü yorumu yazdıran ilk heyecan bir yana, bugün bu yazıyı kaleme alacağım için kitabı bir kez daha dikkatle, alıntılar çıkararak okudum. Evet, ilk bakışta “Bu bir aile romanı” demek yanlış olmaz. Nihayetinde Ünlüönen, Nermin, Melahat ve Candan kardeşlerin, kocalarının, çocuklarının, torunlarının, arkadaşlarının, sevgililerinin hayatından bir kesiti anlatıyor. Hatta şunu da belirtmeliyim ki ben Çağan Irmak’ın ‘Babam ve Oğlum’undan bu yana bu kadar hakiki, bu kadar samimi bir aile anlatısıyla karşılaşmamıştım.
Bu öyle bir aile ki insana durup durup “varlığı bir dert, yokluğu yara” diye düşündürüyor. İçine giren bir, girmeyen bin pişman oluyor. Duvarları devlet dairesi mavisine boyanmış alçak tavanlı, bir apartman dairesinin yarattığı iç sıkıntısıyla “dışarılarda dolanıp yorulup kirlenip sonrasında eve dönünce kendini sıcak bir banyoya bırakmanın” verdiği tanıdık rahatlamanın birleşim ve/ya kesişim kümesi de diyebiliriz.
Ancak Kıymetli Şeylerin Tanzimi, bu aileyi oluşturan bireylerin her birinin de teker teker romanı aynı zamanda. “Kuşağının ve sosyal sınıfının bütün çocukları gibi biraz fotoğrafçı, biraz DJ, biraz kısa filmci ve biraz da ‘içerik üretici'” Ezgilerin; Ezgiler, Derinler, İdiller gibi olmak isteyen ama askılı elbisesinin içine kollarının altı hafifçe sararmış beyaz tişört giymeden evden çıkamayan Gülendamların; Gülendamları çok sevip çabuk sıkılan Mertlerin; 32 yaşına gelip hâlâ evlenmemiş olması sülaleye dert olan kilolu Pınarların; Pınar’ı başgöz etme girişimleri olumsuz sonuçlanınca sinirlenip küsen Nermin Teyzelerin; gazetenin sağlık sayfasında öyle okudu diye her yemekte yoğurt arayan Necmettin Eniştelerin; kim bilir kaç yaşına gelip bir baltaya sap olamadığından küçük kardeşinin evinin ütü odasında sığıntı gibi yaşayan Demirlerin; hayatı kendi yazdığı ansiklopediyle anlamaya çalışan minik Nazlıların romanı.
Sırf zamanında birlikte gezip tozdular diye istemedikleri kişilerle evlenmek zorunda kalanların, yanlış zamanda yanlış kişilere aşık olanların, uzaktan sevenlerin, farklı olmaya çalışanların, diğerleri gibi olmaya çalışanların, kabul görmeye çalışanların, kendine kızanların, başkasına kızanların, canı çok ama çok sıkılanların, bir çıkış arayıp bulamayanların, kendi kendini doğuranların da romanı aynı zamanda. Velhasıl aslında biraz hepimizin romanı.
Ha bir de unutmadan, Ward Hunt Buz Sahanlığı ile Yurttan Sesler Korosu’nun romanı!
Kitapta bu temalar 250 sayfa boyunca tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Sık sık benzer şeyler duyuyoruz farklı karakterlerin ağzından aileye ve aile ilişkilerine dair. Bunu “yazarın tekrara düşmesi” olarak değerlendiren okurlar da olmuş yorumlardan gördüğüm kadarıyla ama ben bilinçli bir vurgu olduğunu düşünüyorum. O nedenle yadırgamadım bu yinelenen motifleri. Yok eğer hakikaten bir tekrara düşme hali söz konusuysa da ilk elin günahı olmaz ki…
Motif demişken, kitabın içinde, kapağında da yer alan basit çizimlere değinmesem olmaz. Boş kuş kafesi, bira şişesi, saksıda çiçek, kahve fincanı, anne terliği, T cetveli, serçe, dalda meyve ve akvaryumundan fırlayan bir balıktan ibaret bu çizimler, bazen tek başlarına bazen de ikisi bir arada bölüm sonlarını belirtiyor. Her biri kitaptaki karakterlerden biriyle özdeşleşmiş bu çizimler de karakterlerimizin iç dünyalarını anlamamıza yardımcı oluyor.
İnsanın sevdikleri üzerine söz söylemesi çok zor şey. Bu kitabı değerlendirirken de bunu yaşıyorum. Çok övsem bir türlü, övmeyeyim desem hakkını verememişim gibi olacak, içime dert. En iyisi daha fazla uzatmadan lafı toparlamak. Son olarak kitabın derdini benden çok daha iyi anlatan (bazıları bu tekrar meselesine örnek de arz edebilecek) birkaç cümle derledim. Onlarla noktalayayım sözlerimi:
Ezgi’nin seçimleri, dergisi, hayatı son tahlilde, kendi evliliklerinin, kızlarına dayattıkları hayatın aynısının yurtdışı görmüşü, kolejde okumuşuydu. Eninde sonunda herkes kendini etrafına uyduruyor, yuvarlanıp gidiyordu.
Herkesin farklılaşmak için aklına gelen şey aynıydı. (Anlatıcı)
Aile sevgi üretmek için bir araya gelmiş insanların durmadan hayal kırıklığı, fedakârlık, başa kakış ve öfke, ve ev işi ürettiği yerdir. (Anlatıcı)
Aile meseleleri böyledir zaten, dan diye vurup sonra hiç vurmamış gibi yapmak gerekir. Ah diye vurulup, ayırdına varmamış gibi yapmak gerekir. (Anlatıcı)
Uzaktan sevmek aslında çok iyi bir şey. Ben küçük olduğum için yakından sevmek istiyorum ama büyünce ben de uzaktan sevmeyi öğrenicem inşallah. Mesela benim babam çok akıllı, çok akıllı olduğu için de uzaktan sevmeyi çok güzel iyi biliyor. (Nazlı)
Sevim koşup babasını öpmek, iyice küçüklüğünde olduğu gibi kucağına tırmanıp bacaklarını sallayarak başını babasının boynuna gömmek istedi. Hislerini belli etmesi uygunsuz kaçacağından, uzak bir noktaya bakar gibi yapıp gözlerini kırpıştırıp duruyordu. (Anlatıcı)
İçeriyi boşver. Şubata odaklan, şubat şubat şubat şubat şubat. Tekrarlanan her şey gibi şubat da anlamsızlaştı. Ömür de bir tekrarlar silsilesi olduğuna göre… (Demir)
Çok güzel oyalıyorum kendimi ama “ne” ile aramdaki mesafe kapansın diye yapıyorum bunu bilmiyorum. (Sevim)
About Sevin Turan
Dört yaşındayken bir gün kendi kendine okumayı söktüğünde önce inanamadılar, sonra önüne kitapları yığdılar. O gün bugündür bir şeyler okumadan geçirdiği bir gün bile olmadı.