En sonunda Jane Austen’ın (1775-1817) yaşadığı evlerden birine çok benzeyen Jane Austen Merkezi’ni ziyaret etme şansım oldu. Orada görev alan öğrencilerden birisi bana 12 dakika boyunca Jane Austen’ın hayatını anlattı. Hem de detaylarıyla… Babası çok liberalmiş o zamanlar için. O zamanlar bir kadının kitap yazması ve kendi adıyla bu kitabı yayınlaması düşünülemezmiş. Daha doğrusu kitap yazıp bu yolla para kazanması… Ancak ailesinden miras kalan veya evlilik sonucu elde ettiği parayla yaşaması mâkbulmuş. O yüzden de ilk yazdığı kitaplar onun adıyla basılmamış. ‘By a lady’ (Bir hanımefendi tarafından) ve sonrasında ‘by the author of…’ (… isimli kitabın yazarı tarafından) gibi şekillerde isimsiz basılırmış.
Biraz da ailesinden bahsedeyim. En büyük ağabeyi ondan on yaş büyükmüş ve onunla pek geçinemiyorlarmış. Tek kızkardeşi olan Cassandra ile ise çokça mektuplaşırlarmış. 3000 mektup yazdığı söyleniyor Jane Austen’ın ama sadece 160’ı kalmış geriye. Kızkardeşi Cassandra uygunsuz olduğunu düşündüğü mektupları yakmış. Uygunsuz derken, dedikodu, kötü söz yahut yakınları (özellikle de geçinemediği ağabeyi) hakkındaki yakınmalardan bahsediyorum.
Bath tabii ki muhteşem bir şehir. Jane Austen burada 3 ayrı evde yaşamış. İlk yaşadıkları ev en lüks olan ev, sonra babasının işleri kötüye gidince parasal sıkıntıları artmış. Ve daha az nezih sayılabilecek bir mahalleye taşınmışlar. Ama bu mahalleyi de gördüm, gayet güzel bir yer… Tüm şehir çok eski ve çok tarihi olduğu için her şey gözüme güzel göründü. En çok da Jane Austen’ın gezmeyi sevdiği bahçelerden (parklardan) birinde (Sydney Gardens) vakit geçirdim ve burada bir sürü resim çektim. Austen bu bahçenin gizli geçitlerini özellikle çok beğenirmiş. Burada bir banka oturup bir şeyler karaladım kara defterime, yoğun duygularla yazdığım şeyler şimdi elimde değil ama orda kendimi tarihte yolculuk yapmış gibi hissettiğim bir gerçek. Benim için tabii ki bu yazarla bire bir empati kurabildiğimi düşündüğüm güzel bir an ve anıydı.
Jane Austen’ın kitapları 1933’ten beri hiç ama hiç yayından kalkmamış.
Mark Twain’in Jane Austen’ı hiç sevmediği biliniyor. Eğer bir hendek görsem Jane Austen’ı ordan aşağı atardım, diyen Mark Twain’in fikirleri kendisine. Zevkler ve renkler tartışılır ama tartışılmaz diyelim şimdilik.
Ben şahsen kendisini çok ama çok seviyorum. Bana sorarsanız ki – sana neden soralım dediğinizi duyar gibiyim – o zamanlar evlenme hastalığına tutulmamış (ki o yüzyıl için tohuma kaçmak deyimi genç kadınlar için fazlasıyla kullanılan bir kavram, tabii ki İngilizler tarafından sık sık daha diplomatik bir şekilde ifade edilen bir kavram). Bir defasında da evliliğin tam köşesinden dönmüş cesur bir hatun olarak canlanıyor gözümde. Zaten evlenmediği için de kitaplarının çoğu eğer ki fark ettiyseniz, evlilik öncesi hayatı anlatıyor. Evlilik kurumunun dinamiklerine dair diyaloglar ve yaşantılar bulamıyoruz kitaplarının çoğunda.
Yürüyüş yapmayı sevdiğini biliyoruz ve bir de çok sosyal bir insan olduğunu. Austen dans etmeyi de severmiş. O zaman insanlar arasında kart oyunları çok moda ve kendisi kart oyunlarını da biliyor. Özetle, düşünüldüğünden çok daha hayat dolu. Bath’ın o zamanki sosyal ortamını da seviyor. Sık sık baloların ve dansların olduğu herkesin parti ve eğlenceyi sosyalleşme aracı olarak gördüğü Bath şehri bu anlamda çok idealmiş. Fakat tabii ki bu toplumun yüzeysel olan taraflarını yavaş yavaş görmeye başlıyor, özellikle de ekonomik durumları daha da kötüye gittikçe. Bu nedenle de zamanla şehre olan ilgisini yitiriyor.
Austen 41 yaşında Addison hastalığı nedeniyle vefat ediyor.
Gurur ve Önyargı Hakkında Üç Beş Kelâm
Gurur ve Önyargı da aslında insanların birbirleri hakkında sahip oldukları önyargıları ve bu önyargıların bir hastalık gibi insanlar arasında nasıl yayıldığını gösteriyor. Herkesin aynı şekilde düşünme eğiliminde oluşunu ve toplumun önyargılarını anlatıyor, yani sadece bireysel bir aşka dair önyargılar değil kitapta anlatılan. Ana karakter de tabii ki o zamanki toplumun bakış açısından etkileniyor.
İlerideki yazım sadece bu kitap üzerine olacak… Şimdilik bu gezi yazısıyla sizi baş başa bırakıyorum…
About sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.