Edebiyat için en başından beri sorula gelmiş sorudur herhalde “edebiyat ne işe yarar?” Ben bu soruyu her ne kadar sorunlu bulsam da, işe yararlılığı maddi kazanımlarının ötesinde düşündüğümüzde, edebiyatın çok farklı işlevleri olduğu kanaatindeyim. Bana göre edebiyat; yalnızlıktan kurtarır, roman kahramanları sizi bir daha asla terk etmeyecek dostlarınız olur. Bunun tam tersi de geçerlidir, bir roman kahramanına ne kadar kızarsanız kızın onu hayatınıza bir kez almışsanız çıkarmanız mümkün değildir. Kendinizi dışarıdan görmenize yardım eder aynı zamanda. Ve belki de en önemli işlevlerinden biri, yeni insanlar tanımanıza ya da her gün görüp geçtiğiniz insanlara yeni bir gözle bakmanıza yardımcı olmasıdır. Hisar’dan Ahmet de has edebiyatın işte bu son saydığım işlevini çok güzel yerine getiriyor; bize Ahmet’i tanıtıyor.
Hisar’dan Ahmet anlatması zor bir eser. Nereden başlasam, nasıl devam etsem, bilemiyorum. Kitabın arka kapağında da denildiği gibi “sahici bir adam”. Öyle ki, “Hisar’dan Ahmet senin babanla kardeşmiş” deseler bana, hiç şaşırmam; hatta “ben de bundan şüphelenmiştim zaten” derim. Çünkü Hisar’dan Ahmet; ana yollar dururken tali yollarla uğraşan, yaptığı her tuhaf şey için beklemediğiniz bir cevaba sahip olan, saflıkla kurnazlık arasındaki çizgide gidip gelen bir adam. “Genç yaşta memleketten ayrılıp Ankara’ya gelmiş. Neden, kaç yaşında, ne hissetti? Bu sırada annem araya giriyor, babamın küçük yaşta menenjit geçirdiğini söylüyor, ‘Bu o yüzden saf!’ diyor.” Etrafımıza baktığımızda bu ‘saf’ adamlardan/kadınlardan o kadar çok var ki! Hüseyin Kıyar bu anlatısıyla Ahmet’in özelinde diğer hepsini görünür kılıyor.
Eser Hüseyin Kıyar’ın altında sadece kendi imzası olan ilk kitabı. Sadece kendi imzası olan diyorum çünkü daha önce çok sevgili Barış Bıçakçı ve Yavuz Sarıalioğlu ile birlikte çıkardığı iki şiir kitabı var. Hisar’dan Ahmet ise klasik roman ve öykü kalıplarına pek uymuyor. Kahramanı aynı insan olan bir öyküler bütünü demek daha doğru olabilir belki. Bu öyküler bütününde Kıyar bize kurmacanın yardımıyla temellerini babası üzerine kurduğu bir insanın hayatından kesitler sunuyor. Tatlı tatlı anlatıyor, yormuyor, abartmıyor, sterilize etmiyor; neyse, ne kadarsa o kadarını yaşatıyor bize. Zaten fazlasına gerek de yok.
Anlatının geçtiği zaman dilimi tam olarak vermek zorsa da 1940’lardan günümüze uzanan bir aralıktan söz etmek mümkün. Mekan ise Ankara. Ankara’da yaşayanlar ve Ankara’yı bilenler için çok daha fazla anlam ifade edecek detayları barındırsa da başka şehirlerde yaşayan insanlar için de Ankara’nın yaşadığı değişimi gösteren bir eser. Sadece Ankara’da yaşanan dönüşümü değil pek çok alanda yaşanan değişimi, kuşaklar arasındaki ve kültürel alandaki farklılaşmayı, geleneksel yapıyı da satır aralarında size göstermeyi başaran bir eser. Mesela Ahmet görücü usulu evlendirilmiştir. Eşi, Ahmet’i damat olarak görene kadar kimle evlendirildiğini bilmemektedir. Hatta öyle ki; “Evlendikten yıllar sonra babama, ‘Ahmet, dur bakayım senin gözlerin ne renk?’ diye sordu. Babamın gözleri yeşildi.” Eser sadece Ahmet’in hayat hikayesinden kesitler vermekle kalmayan, aynı zamanda onun hayatına şekil veren diğer etmenleri de gözümüze sokmadan göstermeyi başaran bir bütün.
Kişisel olarak ben bu kitabı çok sevdim. Çok sevmemin nedeni sadece başarılı bir edebiyat eseri olması değil. Bana babamı hatırlatması ve belki de babamla barıştırması. Ahmet ve babamın ortaklaşan ve ayrılan pek çok yönü var. Her ikisi de yetişkin olmayı bir türlü öğrenememiş birer “çocuk adam”. Büyümemiş, büyüyememiş, içlerinde bir yer hep çocuk saflığında kalmış, samimiyetsiz kibarlıktansa kaba tabir edilebilecek gerçeği seçmiş insanlar. Sorumluluktan korkan ve korktuğu için kaçan, çocuklarını çok seven ama onlarla arasındaki mesafeyi ayarlama noktasında hep sıkıntı yaşayan adamlar. Onları şu saatten sonra değiştirmenin imkansız olduğunu görüyorsunuz. Hisar’dan Ahmet’i ve diğer Ahmetleri olduğu gibi kabul etmeye başlayıp, seviyorsunuz; komik, hüzünlü ve hatta bazı yerlerde absürt kesitleri okurken.
Hisar’dan Ahmet kulak kabartılması gereken bir kitap. Dil ve anlatım açısından kelebek kanadının tozunu alır gibi yumuşak bir üslup belirlediğinden sizi yormadan bir çırpıda okuyup, bitirdiğinizde de yeni bir arkadaş kazanmış olacaksınız. Açılışında da bir sürprizle birlikte… “Babam bir akşam bana telefon etti. Evde yoktum, beni bulamayınca arkadaşım Cemil’i aradı. Eşi Nazlı açtı telefonu. Babam birdenbire ‘Ben Ahmet’ dedi. Babamın onları aramasına alışık olmayan ve daha açar açmaz karşısındakinin ünlemesiyle karşılaşan Nazlı şaşırdı: ‘Hangi Ahmet?’ ‘Hisar’dan Ahmet!’ dedi babam, tam otuz beş yıl olmuştu Hisar’dan ayrılalı.”
About Merve Apaydin
sadece ne aradığını bulmaya çalışan, "ruhu pijamalı" kız çocuğu.