Beğenmeyen Okumasın olarak yazarlarla gerçekleştirdiğimiz buluşmalar kapsamında bu ay Hakan Bıçakcı’yı ağırladık.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne denk gelen buluşmamız için seçtiğimiz kitap Doğa Tarihi’ndeki ana karakterin de bir kadın olması garip bir tesadüf oldu aslında. Garip bir tesadüftü diyoruz; çünkü Doğa Tarihi’ndeki bu kadın, yani “Doğa” seveceğiniz türden bir karakter değil… Güzellik takıntılı, nasıl olduğundan ziyade nasıl göründüğüne daha çok önem veren, bu görüntüyü en iyi şekilde lanse edebildiği sosyal medyanın esiri, akıllı telefon-tablet-elektronik sigara üçgeni içerisine hapsolmuş, kıskanç ve hırslı bir kadın. İstanbul’u işgâl eden İngilizce isimli, büyük ve sevimsiz sitelerden birinde oturan, güvenlik önlemlerinin had safhada olduğu, insaniyetten uzak bir plazada çalışan, ömrü bir diğer şehir işgâlcisi AVM’lerde, bu komplekslerin içinde bulunan spor merkezi, pahalı restoran ve mağazalarda geçen bir kadın… Doğa’nın yaşam tarzı için özetle “-mış gibi yapmak” diyebiliriz. Rahatmış gibi görünmek için eşofman giyen, mutluymuş gibi görünmek için gülümseyen ama bu gülümsemeye gözlerini dahil etmeyen bir karakter…
Bıçakcı, bu romanı en iyi özetleyen kelimenin “yapaylık” olduğunu söylüyor. Gerçekten de Doğa, insanlarla ilişkilerinden kendisi ile olan ilişkisine kadar her şeyde sonuna kadar yapay bir kadın…
Sadece bu taraftan bakıldığında Doğa Tarihi için yanlış bir ifade olarak “cinsiyetçi” deme tuzağına düşebilirsiniz. Nitekim, katılımcılardan bir kısmı bu konuda şüpheleri olduğunu da belirtti; ancak Bıçakcı, aslında bu Doğa tanımlamasının bir isyan ürünü olduğunu söyledi bize. Kadına biçilen bu rollere ve bu yaşam tarzına karşı bir isyan…
Romanda 200 küsür sayfa boyunca, bu yapay karakterin yapay hayatından bahsetmiyor Bıçakcı. Doğa’nın bir süre sonra bu düzenin içinde delirmesiyle okuyucuya kırılma noktası yaşatan kitap, gerilim öğelerinin de kullanımıyla yüksek tempoda ilerliyor.
Buluşma sırasında katılımcıların çoğu kitabı beğenmekle birlikte, bu kırılma anını sorguladılar. Doğa kitabın ilk başlarında, içinde yaşadığı sistemle öylesine bütünleşik ve onunla öylesine barışık resmedilmişti ki, böylesi bir “plaza kadını”nın bu kırılmayı yaşaması okuyuculara ilginç gelmişti. Bıçakcı, bu sorulara; sistemin insanı böylesi bir yapaylık içine soktuğunu; ancak Doğa özelinde olduğu gibi, insanın sistem yozlaşmasına uğramadan önceki hayatıyla ilgili bir detayın, çok ufak bir dokunuşla bir çatlak bularak kişide büyük dönüşümlere sebep olduğu cevabını verdi. Bu kitapta da bu “travma” Doğa’nın Sepultura dinlediği, saçını maviye boyadığı üniversite yıllarındaki sevgilisi Ulaş ile karşılaşmasıydı. Kitaptaki anlatıcının “İlk yattığı erkeğin çocuğuyla göz göze gelince kalbi yanar gibi oldu Doğa’nın.” diye ifade ettiği bu karşılaşma, Doğa’nın hem kalbinde hem de beynindeki, durdurulması imkânsız kırılışının başlangıcıydı.
Otuz beşinci yaş gününün hemen sonrasında yaşanan bu karşılaşma ile başlayan çatlak, Doğa’nın sonrasında yaşadığı her olayda daha da derinleşerek onu delirmeye sürükledi. Bu anlamda Doğa’nın yaşadığı kırılma romandaki sorgulamaların başlangıç noktası olarak düşünülebilir. Her adımın tüketimle gerçekleştiği, kapitalizmin yarattığı değerlere gönüllü kulluk eden bireyin hangi noktada/ neden/nasıl bu değişim içine girdiğinin ve içine girdiği bu alanı fark etmesi anında onu nelerin beklediğinin düşünülmesini sağlıyor roman. Ancak şunu da belirtelim: Bunu yaparken belirsiz bıraktığı süreçler de olduğu için zaman zaman okuyucunun zihninde soru işaretleri oluşmasına da sebep oluyor.
Gelelim geleneksel “kim ne dedi?” bölümümüze:
Hakan: “Doğa’nın yaşadığı İngilizce isimli site sis altındaydı”
Gözde: “Yeni bir iş günü için yeniden alçalmaya başladı.” (sf.55)
Ali Can: “Ormanda ateş yakmak yasaktı. İçeride sigara içilmiyordu.” (sf.16)
Sevin: “Doğa, yazın hafif kitapları tercih ettiğini söylemeyi severdi. Kışın Walter Benjamin okuyormuş gibi.” (sf.73)
Burcu: “İlk yattığı erkeğin çocuğuyla göz göze gelince kalbi yanar gibi oldu Doğa’nın.” (sf.46)
Hazal: “Sinirleriniz nasıl gerilsin Doğa Hanım?
Az gerilsin.” (sf.215)
Şura: “Geleceğime körlükle bakıyorum.”
Onur: “Ben tek siz hepiniz.”
Damla: “Ayaktakımı denince ise aklına nemlendirici, onarıcı, ferahlatıcı ürünlerden oluşan ve takım halinde satılan üçlü ayak kremi seti geliyordu.” (sf.68)
Merve: “Senin içinde iki kadın var kızım.” (sf.96)
Buluşmayı kaçıranlar ve keşke ben de orada olsaydım diyenler için bu ay bir sürprizimiz var. Buluşmanın kaydını aşağıdaki YouTube kanalımızdan izleyebilirler.
About begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası









