Ferit Edgü ve Hakkari’de Bir Mevsim
Bu kitabın dili o kadar büyülüydü ki elimden bırakamadım. Bir uçak yolculuğunda okumaya başladım, dört saatte bitirdim. Çünkü çok akıcıydı, çok şiirsel ve rüyamsıydı. Ferit Edgü’nün üslubu ile tanıştığıma ve bu kitabı okuduğuma çok memnun oldum. Herkese Hakkari’de Bir Mevsim’i şiddetle tavsiye ediyorum.
Bir öğretmen Hakkari’nin bir köyünde bulur kendini. Tepelerde ve kar içinde. Bir bakar okulda hiçbir şey yok; kara tahtadan tutunuz, çocukların kitaplarına kalemlerine kadar. Şehre iner, büyük harflerle yazdığı il MEB Müdürlüğü’nün binasına girer, müdürü bulamaz. Çalışanlardan biri bir ofiste uyuklamaktadır. Gider sorar onlara, tatmin edici bir cevap alamaz, onlar derler ki öğretmene: ‘şurada bir kitapçı var, ondan alabilirsin kitapları, fişi bize getir, ödemeler yapılacaktır.’
“Defter ve kalemleri ben aldım, dedim.
Kitaplarla birlikte size bazı dergiler ve iki de bayrak veriyoruz, dedi. Şurayı imzalayınız.
Alındı. İmzalandı.
Eller sıkıldı.
Dışarı çıktım.
Bir kamyon, mal ve insan arıyordu yola koyulmak için. Şoföre beni alıp almayacağını sordum.”(s. 52)
Öğrenciler öğretmenin onlara öğretmek istediği dili anlamaz ama uzun bir süreden sonra anlamaya başlarlar. Öğretmen, köyün dilini anlamaz ama yavaş yavaş köylüleri tanır. Garip hülyalara dalar öğretmen. Bir adam ortadan kaybolur, kaçakçılık yapmıştır, İran’dan getirdiği iki kişi öldürülmüştür ve belli değildir insanların mallarına el koymak için neler yaptığı…
“Sanma ki bu iki garibi öldürdük. Sanma ki adam öldürmenin günah olduğunu bilmiyorum. Ama yaşamanın da zorluğu var. Emir kulu olmak var. Bunu da yaz defterinin bir köşesine. İlerde belki işine yarar. Hadi şimdi iyi geceler.” (s. 133).
Rüyalarına girer, o kaçakçıyı sorgular. Kaçakçı gelmez olur. Muhtar, öğretmenin varlığından rahatsız olur. Zamanla öğretmenin yalnızlığı büyür, ama şikayet etmez, dertlenmez.
Doktoru çağırır, dilekçe yazar kimse gelmez. Çocuklar bilinmeyen bir salgın hastalıktan ölmeye başlamıştır.
“Bir kitap yazsan ne yazar? Binlerce sayfa yazsan, yayımlasan, binlerce kişiye okutsan ne yazar” (s. 116)
Hikâyeler birbirine karışır. Bu kelimelerle çocuklara cümle yazın der, verdiği kelime ‘hasta’dır:
“Hasta çoğ
Hastala ölüyor
Bebeler hasta toktor yok ilaç öretme”
Verdiği bir başka kelime ‘ölüm’dür:
“Herkes ölür.
Hasta ola öle
Toktor yok ölüm va
Benim kardeş öldü
Kurt köpek yedi” s. (103)
Zamanla anlar ki aralarındaki dil bariyerini aşması için sadece zaman gerekmektedir. Çaba. Sıralardan tahta yapmak gerektir, kitap almak gerektir, çocuklara ufak tefek ödevler vermek, onları bahçeye çıkarmak hava güzel olunca. Dersleri dışarda yapmak gerektir baharda.
Dilekçeler yazmak gerektir ama çok dilekçe yazarsa başı belaya girer. Ona der ki müdür ‘ne kadar güzel dilekçeler yazıyorsunuz noktalı virgüllü’…
Yazmayın, der, yetkili. Artık yazmayın güzel Türkçeli noktalı virgüllü dilekçeler!
Vaktiniz doldu. Çok güzel şeyler öğrettiniz onlara. Artık gitme vaktiniz geldi. Onlara dilimizi öğrettiniz. Öğretmen der ki ‘ben de onların dilini öğrendim’. Bu cevabı pek de takdir edilmez tabii ki. Gider artık öğretmen, gitmesi gerekir, kalamaz ki… Artık görevi bitmiştir. Dönüşen herkes oradan alınır, askerinden öğretmenine, çünkü dönüşmek aslında insanın doğasında olan bir şey de olsa, dönüşmek demek artık o kişiye hükmedememek, demektir. Eğer artık o kurumun profiline uymuyorsanız oradan gitmek zorunda kalabilirsiniz. Ne kadar emek verdiğiniz ise o noktada hiç önemli değildir.
(Müfettiş) “‘Özgürsünüz, dedi. Okulu kapatınca özgürsünüz artık. Hakkınızda iyi bir rapor vereceğim. Yarın derse bile girmeyeceğim. Duyduklarım, gördüklerim, sizinle konuştuklarım, yeter bana.
(Öğretmen) Sorun o değil, dedim, ben size ne yapacağımı soruyorum.” (s. 185)
Ne kadar da bir insanın, bir öğretmenin tek başına bunları yapabilmesi bana inanılmaz geldiyse de aydın zihniyetini düşününce bir o kadar olası geldi. İşte o köyde, bizim bilmediğimiz o yerde, bazı insanların ihmal edilmesi yeni bir şey değildi. Durumun Kafkaesk olması, devlet daireleri, imkânları sıfırdan yaratmak da yeni yeni yaşanan bir olgu değildi.
Ferit Edgü birçok sosyolojik fenomeni bir arada ele almış: göç, hastalık, bakımsızlık, okulsuzluk, kaçakçılık, cinayet, ihmalkârlık, devlet ile insanın yüzleşmesi, azınlıklar, kültür farklılığı, güç kavgası… Bunları hiçbir ideoloji yüklemeden, güzel bir anlatımla, yenilikçi bir üslupla anlatmış. Uzun zamandır edebiyatın bu kadar güzel bir türüne rastlamamıştım. Ferit Edgü’nün bu rüya gibi akan hikâyesi, aslında bize bir de şunu anlatmak istiyor: İnsan kitapla, eğitimle dönüşmez; şiirle şarkıyla rüyayla dönüşür, zorluklarla dönüşür, iniş çıkışlarla, ‘yürek değil çarık’ olan gönüllerle dönüşür… Küser de kızar da üzülür de yalnız da kalır ama yine de imkânları zorlar, kendisi için değil üstelik sadece, başkaları için de. İnsanlığa inancı için de… Çünkü kendisi yenik düşse, insanlık yenik düşmüş gibi olur. Kendisi yenik düşse, çocuklar ertesi gün öğretmensiz kalır. İşte böylece aktarır tüm bildiklerini, hemen hemen her şeyi kültüre, sanata, tarihe, coğrafyaya dair.
Bir insandır geçen köyden, bir köydür orası kocaman ülkede, ehemmiyet binalarındadır bürokrasinin. Ama gelin görün ki aslında o en ufak yerlerde, en ücra yerlerde yaşanan hayatlar, kaleme döküldüğünde hayretler içinde kalır, ağzınız açık izlersiniz başkalarının hayatlarını. Aslında evet değiştirmeli John Lennon’ın söylediklerini: ‘hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir’ yerine ‘hayat birileri sizin üzerinize planlar yaparken sizin ayrıntılarda tamamen kontrole sahip olabilmeniz’ demektir. Yani umut var.
Ferit Edgü’ye Dair Notlar
Edgü’nün Sel Yayıncılık’tan çıkan diğer yayınları arasında öykü kitapları da bulunmakta: Av, Kaçkınlar, Bir Gemide, Devam, Çığlık, Doğu Öyküleri, İşte Deniz Maria, Do Sesi, Nijinski Öyküleri, Yaralı Zaman, Giden bir Kedinin Ardından.
Yine aynı yayınevinden diğer romanları: Kimse ve Eylül’ün Gölgesinde bir Yazdı.
Kendisinin sanat üzerine de kitapları bulunmakta: Van Gogh-Yüz Yıl Sonra, Biçimler Renkler Sözcükler, Abidin, Selma Gürbüz için Üç Yazı.
Kendisinin ayrıca denemeleri ve aforizmaları da bulunmakta.
Ferit Edgü’nün aforizmalarından olan Cahil isimli kitabını alıp bu kısacık kitabı okudum. Cahili tarif ediyordu. Kendimde de bir sürü cahillikler gördüm, günümüze dair de.
Toplu yapıtları da Leş (toplu öyküler) ve Görsel Yolculuklar (Sanat Yazıları).
Hakkari’de bir Mevsim kitabının İtalyanca çevirisi de çok güzeldi, arkadaşlarıma hediye ettim!
Eğer bu kitabın filmini izlemek isterseniz bu linke bakabilirsiniz:
About sahizer samuk
Her ne kadar yıllardır siyaset bilimi ve göç gibi konularda uzmanlaşmaya uğraşmış olsam da her zaman edebiyat ile içli dışlı olmayı tercih ettim. Edebiyat bir kaçış noktası ve sığınıştır benim için. Edebiyat ile uğraştığım konuların birbirinden bağımsız olmadığını anlamam da benim için en büyük teselli oldu ve ders kitabı yerine roman yahut şiir okurken kendimi hiç de suçlu hissetmedim. Şimdiye kadar beni en çok şaşırtan romanlardan biri Suç ve Ceza'dır ve tahminimce bu hep böyle kalacaktır. Rus edebiyatına her ne kadar dünya edebiyatı adı altında olsa da ayrıca hayranlık duymaktayım. Lafı uzattım. Kusura kalmayın.
//
Böylesine derin bir kitabın bu kadar detaylı güzel ve doğru analizine rastlamamıştım. Doğrusu böylesini hem kitabı hem filmi analiz etmiş biri olarak mumla arasam bulamazdım?
Teşekkürler!