“Okumak yüzünü kapamaktır. Yazmaksa yüzünü göstermek”
Hani biriyle tanışırsınız ve çok hoşlanırsınız. İşi gücü bırakıp onu düşünürsünüz, devamlı onunla iletişim halinde olmak için çabalarsınız. Devamlı ondan bahsederek yanınızda yakınızda kim varsa bezdirirsiniz. Arkadaşlarınızla tanışsın istersiniz hatta tanıştıklarında arkadaşlarınız da onu çok sevsin istersiniz. Bu durumu hatırladınız mı? Tam âşık olmamış ama midesinde kelebekler uçuşmaya başlamış, ayakları yerden kesilmiş ama pembe bulutların üstüne henüz çıkamadığınız o anları bilirsiniz. Hahh işte benim şu an Alejandro Zambra ve onun yazdıklarıyla ilişkim de tam bu noktada. Yazdıkları nedeniyle yazara mı yoksa yazdığı karakterlere mi bu hislerim, henüz o kısmı netleştiremedim.
Bu kadar uzun, magazinsel ve merak uyandırıcı girişten sonra sizinle tanıştırmak istediğim kitaba gelelim; Eve Dönmenin Yolları. Kitabı alırken, Alejandro Zambra’yı tanımıyordum, kitap hakkında da bir bilgim yoktu. İsminin cazibesine kapılıp son zamanlarda çokça düşündüğüm, “Ev nedir? Neresidir?” sorusuna bir cevap bulabilir miyim umuduyla aldım. İyi ki de almışım. Epeydir bu sadelik, sıcaklık ve derinlikte roman okumamıştım. Uzun süre susuz kaldıktan sonra içilen suyun verdiği tazelenme hissini yarattı bende.
Eve Dönmenin Yolları’nı çok kısa özetlememiz gerekirse roman içinde roman diyebiliriz. Dört bölümden oluşan eserin “Ana Baba Edebiyatı” ile “Biz İyiyiz” adlı bölümlerinde anlatıcı karakter; “Yardımcı Roller” ile “Çocukların Edebiyatı” isimli bölümleri yazan kişi. Biraz karışık oldu, farkındayım. Şöyle anlatmayı deneyeyim; kitabın içinde aynı adamın üç hali var diyebiliriz.
İlk bölümdeki anlatıcı, 1985 Şili depremi sırasında dokuz yaşında olan bir çocuk. Bu bölümde, anlatıcı çocuğun deprem sırasında tanıştığı Claudia isimli kız ile arkadaşlıkları üzerinden; Pinochet döneminin yıkıcı etkisi, darbe, sıradan insanlar, siyasi mücadele gibi kavramlar anlatılıyor. Claudia’nın babası kimlik değiştirmek zorunda kalan sol görüşlü bir siyasi aktivist. Ve Claudia, çocuğa amcası olarak tanıttığı aslında babası olan Raul’u takip etmesi görevini veriyor. Durumu anlamayan çocuk, Claudia’ya olan hisleri ve böyle bir görevin verdiği heyecanla Raul’u, onun evine gelip gidenleri takip etmeye başlıyor. Bir süre sonra Claudia’nın yanında gördüğü başka bir çocuğu kıskandığı için görevinden vazgeçiyor ve kızı bir daha görmeye gitmiyor. Aylar sonra Raul’un taşınması nedeniyle görevini hatırlıyor ve Claudia’ya bilgi vermek istiyor ancak onların da taşındıklarını öğreniyor.
İkinci bölümde ise ilk bölümdeki hikâyeyi yazan yazar, yazarın ailesi ve bir sene önce boşandığı eski eşi Eme ile tanışıyoruz. Bu bölümde daha çok yazmak eyleminin sancısı, zorluğu, cesaret gerektiren yanları kısacası felsefesi üzerine muhteşem bir bakış açısını görüyoruz. Örneğin yazmakta olduğu roman ile ilgili düşünürken bizimle paylaştığı şu itiraf niteliğindeki; “Ama bu romanı başka birisi daha yazmalı. Okumayı çok isterdim. Çünkü benim yazmayı istediğim romanda karşılaşıyorlar. Karşılaşmaları benim için gerekli.” cümlesi. Bir yazarın yazmak istedeği romanla, yazdığı metnin onu sürüklediği hikayenin –“iyi romanlarda asla böyle olmaz ama kötü romanlarda her şey mümkündür“- farklılaşabileceğini samimiyetle bizimle paylaşması bence çok önemli. Ayrıca, yazılan eserin -her ne kadar kurgu olsa da- yazarın hayatından ya da yazarın yakınlarının hikayerinden izler taşıdığını da bize gösteriyor. Ve bunlar üzerine düşüncelerini bize aktarıyor.
Üçüncü bölümde, tekrar yazılan romana dönüyoruz ve ilk bölümdeki anlatıcı çocuk karakterin büyüdüğünü edebiyat okuyup öğretmen olduğu öğreniyoruz. Sonrasında ise Claudia ile yolları yeniden kesişiyor. ABD’de de yaşamaya başlayan Claudia babasının ölümü nedeniyle kısa süreliğine Şili’ye geri dönüyor. Anlatıcı da Raul’un gerçek kimliğini böylece öğreniyor. Claudia’nın Şili’de olduğu süre boyunca kısa bir ilişki yaşıyorlar ancak kız ABD’ye dönmesi gerektiğini söyleyip, gidiyor. Ve böylece anlatıcı karakter şu cümleyi kuruyor; “Claudia gitti, ben de bu kitabı yazmaya başladım.”
Dördüncü ve son bölümde ise, yeniden yazar karakterin hayatına dönüyoruz. Eme ile ilişkilerinin tamamen kopmasını ve yazarın romanı yazmaya geri dönmesini okuyoruz. Kitap başladığı gibi yine bir depremle son buluyor.
Roman ve romanın içindeki romanda yer alan anlatıcı karakterlerin isimlerinin olmayışı ve karakterlerin hikâyelerinin iç içe geçmişliği, “gerçek” ile “kurgu” arasındaki bağların ne denli muğlâk olduğunu bize bir kez daha gösteriyor. Alejandro Zambra’nın yazmak ile ilgili zekice düşüncelerini okumak keyif veriyor. “Çünkü her ne kadar bir yabancının hikâyesini anlatmak istesek de eninde sonunda hep kendi hikâyemizi anlatırız.” diyor. Gerçekten öyle mi? Başkasının hikâyesini anlatamaz mıyız ya da kendi öykümüzden uzağa gidemez miyiz? Ev diye döndüğümüz aslında hep kendi hikâyemiz midir? Ve bizim öykümüzün aslında ne kadarı bizimdir? Alejandro Zambra, Eve Dönmenin Yolları’nda bence bu soruyu da soruyor. İçine doğduğumuz ülke ve ev, olduğumuz kişi olmamızı en az mizaç özelliklerimiz kadar etkiliyor. Bu ülke değil de başka bir ülkede aynı anne-babadan doğsaydım ya da aynı ülkede başka bir anne-babadan; 1980’lerde değil de 1990’larda doğsaydım ben ne kadar farklı olurdum? Ve bu etkenleri düşününce öykümün ne kadarı aslında benim?
Yazının başında son zamanlarda sıklıkla kendime sorduğum “Ev nedir? Neresidir?” sorusunun yanıtını hâlâ bulamadım ama Eve Dönmenin Yolları yeni sorular sormamı sağlayarak yardım etti. Evin, içinde yaşadığımız bu betondan örülü dört duvar olmadığını bilmekle birlikte, tam olarak ne ve neresi olduğu konusunda kararsızım. Bir başlangıç noktası ya da varmayı arzuladığımız yer midir? Ev, bizi koruyan bir sığınak mıdır yoksa? Sanırım cevabım, evin bizi koruyan bir sığınak olduğu yönüne kaymakla beraber fiziksel bir mekân olması halinden uzaklaştı. Romanda Eme, yazar karaktere “Sözcükler seni koruyor” der. Her ne kadar ilerleyen sayfalarda yazar “Hiçbir kitapta olmamak en iyisi / Çünkü cümleler bizi korumak istemez” dese de; ben içine kendimin de dahil olduğu bazı insanlar için “ev”in kutsal bir sığınak olduğuna ve bu sığınağın cismi olan bir yapıdan yok kişinin içinde bir yer olduğuna inanmaya başladım.
Aslında roman hakkında yazılabilecek çok fazla şey var. Arka planındaki tarihsel ve siyasi süreç, bu süreci ele alış biçimi, Şili ile Türkiye’nin benzeyen kaderleri, yazmak ve okumak üzerine yazarın karakterlerine yazdırdıkları vesaire. Ama bunları yazmak istemiyorum, okuyun istiyorum. Bu çok hoşlandığım ve beni heyecanlandıran arkadaşımla tanışın. Eminim siz de seveceksiniz.
About Merve Apaydin
sadece ne aradığını bulmaya çalışan, "ruhu pijamalı" kız çocuğu.