Uzun bir aradan sonra 2017’nin ilk haftalarında yeni buluşma yazımızla karşınızdayız. Yazar Derviş Şentekin ile sadece kitabı ekseninde değil, edebiyat dünyası ve ülke gündemine dair gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbet için başta Derviş Bey’e sonrasında katılımcılarımıza teşekkür ediyoruz her zamanki gibi.
Buluşmadan notlara geçmeden önce -yazarımızın da bu konudaki bilgilendirmesine ve okuyucu yorumlarına istinaden- bir kısaltma yapmak isteriz. Derviş Şentekin kitapları “Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi” ve “Beş Parasızdım ve Katilimi Arıyordum”u bundan sonra kapaklarının renkleri itibariyle sırasıyla kırmızı ve sarı kitap olarak adlandıracağız.
Yazar Derviş Şentekin uzun yıllar -çoğu güzel şey gibi artık mazide kalan- Radikal Kitap ekinin editörlüğünü yaptığından, edebiyat çevresinde tanınan bir isim. Bu süreçte yazdıklarını yayınlatma gibi bir amacı olmadığını belirten yazar, bunu “iyi yazarların eserleri üstüne bir şey koyamayız” korkusuyla yaptığını söylüyor. Öte yandan “asosyal” bir kişiliği olduğu için yazma eyleminin gerektirdiği görünür olma, insan içine çıkma, bizimki gibi bir sohbet toplantısına ya da bir imza gününe katılma gibi eylemlerden pek hoşlanmadığı için de uzun süre yazdıklarını yayınlatmaktan kaçınmış. Ama bir yerden sonra kendisinin ifadesiyle biraz da deli cesareti gelmiş ve biz okuyucuları özgün eserlerini de okuma fırsatı yakalamışız. En başta 60-70 sayfalık “silah ve akıl karşı karşıya gelirse ne olur” sorusuyla ilgili bir öyküyken, yazarın arkadaşlarının yorumlarında bir arka plan hikayesi ihtiyacını vurgulamasıyla eser roman halini almış (Aslında halen “Benim için asıl önemlisi kırmızı kitabın son 60 sayfası” diyor.)
Biz ‘eser’ diyoruz çünkü kırmızı ve sarı kitap aslında birbiriyle bağlantılı iki kitap. En başta tek kitap olarak kurgulanmışken ve Yalan Roman ismi üstünde durulurken biraz da rafta dikkat çekmek için bu isimlerde karar kılınmış. Yazarımızdan kırmızı kitabın geçtiği ana mekân olan 41’inse gerçekte var olan bir yer olmadığını, Beyoğlu’ndaki birkaç kafe-bardan esintiler taşıdığını ve aslında kitaptaki 41 göndermeyi işaret ettiğini öğreniyoruz. Söz konusu 41 göndermeyi bulmaya çabalayan okurlar arasından bugüne kadar yazara ulaşan en fazla 32 gönderme olmuş. Henüz tamamını çözebilen bir okuyucu olmamış. Her ne kadar polisiye kategorisine konsa da kitabının polisiye olmadığını söyleyen Şentekin (örneğin klasik polisiye kalıplarının dışında “kahraman”ın ismini cismini bilmiyoruz, genel modelin aksine kitap okuyan, film izleyen, sosyoloji mezunu bir adamın hikayesini okuyoruz vs.), Ahmet Ümit karakteri Başkomiser Nevzat ve Behzat Ç’ye de selam göndermiş romanlarında ve kendisinin ifadesiyle bu karakterleri gerçek bir hale getirmiş.
Kitapların devamı olup olmayacağına dair sorumuza olumsuz yanıt veren yazar, bunu yapabilmek için ikinci kitaba okuyucuları çok üzen bir olay eklemiş ki devamını istese de yazamasın. Özellikle sarı kitabı okumamışlar için bunu paylaşmıyoruz ama okuduğunuzda ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Şentekin, devletin kolunun uzandığı hikayeden bahsederken tarihimizde “Kanlı 1 Mayıs” olarak da bilinen 1 Mayıs 1977’nin arkasında neler olduğu çözülmeden hiçbir cinayetin gerçek anlamda çözülemeyeceğini ve asıl kökünün bulunamayacağını da belirtiyor.
Kitaplar dışında edebiyat ve “yeni” okuyucu kitlesinden de bahsediyoruz söyleşimizde. “Oku, bir şey yapma, kitabın izni kadar düşün” komutlarıyla yaratılan postmodern okuyucudan bahsederken bunun miladı olan Türkiye’de 80 darbesi döneminden ve ABD’de Reagan gibi bir magazinel karakterin başkan yapılmasından bahsetmeden de geçmek olmazdı tabii. Bu dönemin 2001 kriziyle işsiz kalan beyaz yakalıların da itici gücü sayesinde, Orhan Pamuk ile başlayan postmodern dönemdeki yazarların (ve hatta Nuri Bilge Ceylan gibi sinemacıların) ürünlerini hiçbir kaygı duymadan ve aslında bir şey söylemeden ortaya konduğunu ifade ediyor. Bu yüzden de keyif alarak okunan ve çok satan yazarların aslında hiç iz bırakmadığından bahsediyoruz. Sürekli durum tespiti yapan ve metropol insanın yalnızlığından bahseden eserlerden sıkılan yazar, dünyayı nasıl değiştirebileceğimize ve kendimizden nasıl bir insan yaratabileceğimize dair düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Magazin dünyası hakkındaki yeni kitap çalışması “Koku”yu 2000 yılında yazmaya başlayan Şentekin, herhangi bir kaygısı olmasa, bu kitabı bir ayda bitirebileceğini belirtiyor ve bu kadar uzun süredir yazmaya devam etmesini de “bir şey söyleme” kaygısına bağlıyor.
Turgut Uyar, Cemal Süreya ve Can Yücel alıntıları yaparken internetteki listelerin kaynak olarak kullanılmasından ve kitapların hiç okunmadığından konuşurken de edebiyat dergilerinin bile yanlış alıntılar yaptığından bahsediyoruz, gündemdeki güncel dergi toplatma olayına da paralel olarak (Şentekin durumu, “Kimse Edip Cansever okumuyor ama herkes Edip Cansever dizesi tweet’lemeye bayılıyor” diye çok veciz bir biçimde özetliyor). Barış Bıçakçı gibi yeni dönem yazarlarının Sait Faik gibi yazarları iyi analiz ettiğini ve günümüze taşıdığını ancak bu yazarların ötesine geçemeyip onları çoğalttığı düşündüğünü söylüyor Şentekin. Edebiyatın çıtasının yükselmesi ve edebiyatın internetten değil de kitaplardan takip edilmesi hepimizin ortak dileği.
begokuadmin
Sınır tanımayan okurların buluşma noktası