“Bir hikâye izlenecek bir yol değildir. Daha çok bir evdir. İçine girer, dolaşır, hoşunuza giden yerde kalırsınız, koridorların odalarla ilişkisini keşfedersiniz, pencerelerden dış dünyanın nasıl göründüğünü gözlemlersiniz. Siz bir ziyaretçi, bir okuyucu olarak burayı sade ya da fazlasıyla karmaşık bulabilirsiniz. Tekrar tekrar gidip gelebilirsiniz ve bu evdeki hikâye, her geldiğinizde son geldiğinizden daha fazla şey içerir. “1
2013 Nobel Edebiyat Ödüllü Kanadalı yazar Alice Munro’nun Bazı Kadınlar adlı eseri bizi 10 hikâye ile 10 farklı kadının evine götürüyor. Bu evler hepimizin bir zamanlar içinde bulunduğu, tanıdık bir kokusu olan odalardan oluşuyor. Ancak bu sefer bizim konuk olarak yer aldığımız bu evde ev sahibi bizi hoş tutmak gibi bir çabası olmadan her şeyi olduğu gibi deneyimlememize olanak veriyor. İşte bu noktada okuyucunun bunun bir parçası olup olmama kararını vermesi gerekiyor. Bazı okuyucular davet bekleyebilir bazıları ise kendilerini oraya aitmiş gibi hissedip misafirlikten çıkabilir.
Bense bunun bir parçası olmak istedim, davet beklemeden ve bulduğum bir köşeye yerleşip heyecanla odada kendime yer buldum. Zamanın akışı, karşılaştığım karakterler ve onların söyledikleri beni orada tutmaya yetti. Başka bir şey aramadım. Belirli bir son, hazmedilmesi gereken bir ders ya da üstün tutulan bir değer yoktu. Hali hazırda hayatımız dayatılmış bir netlikle çevrili gibi değil mi zaten? Belirli bir yol, belirli bir mutluluk ve belirli bir mücadele… Alice Munro’nun karakterleri size bunu vaat etmiyor ve aksine beklentilerimizin ne kadar kurulu olduğunu yüzümüze umarsızca vuruyor.
Öyküler her gün karşılaştığımız günlük sahnelere farklı cevaplar veren kadınları anlatıyor. Topluma, gündelik davranışlara ve geleneklere maruz kalan farklı yaşlarda kadınlar bunları olduğu gibi kabul etmeyip kendi yollarını çiziyor. Bu içeriği değerli kılan aslında yazarın dili ve kurgusu. Karakterin bir duruma karşı farklı bir tepki verdiğini anlık bir duygu ayrımına vararak tecrübe etmek her seferinde keyifli bir okuma deneyimi yaşatıyor. Kısacası bir durumun farklı olması değil ama bunun nasıl farklı olduğunu algılatma şekli beni kitaba bağlayan nokta oldu. Kitapla ilgili hoşuma giden bir diğer nokta ise coğrafi olarak olayların Kanada’da geçmesiydi. Bu bir hayli kişisel bir beğeni ama benzer bir şekilde Zeplin adlı değerlendirmesini yazdığım eserde de farklı bir coğrafyayı okumaktan büyük keyif almıştım.
Okuyucuda bıraktığı izi tarif etmeye çalıştığım noktada Çehov’un öyküleri aklınıza gelmiş olabilir. Zaten yazar Munro, Kanada’nın Çehov’u olarak geçmekte ve romandan ziyade öykü yazımına odaklanmış durumda. Neredeyse 60 yıllık bir yazarlık deneyimi var. Kendisi şuan 84 yaşında ve 20’li yaşlarında ilk hikayesini bastırmış. 1963 yılında eşi ile birlikte Kanada, Victoria’da Munro’s Books adlı bir kitapçı dükkanı açmış ve hala açık! Yolu düşenlere duyurulur.
Bu kitabı okumama vesile olan sevgili arkadaşım Başak’ın eserde yer alan öyküler hakkında yaptığı detaylı analizini bu linkten okuyabilirsiniz. Bu değerlendirme yazımda asıl amacım eserin bende bıraktığı etkiyi size yansıtmaktı. Çünkü bu kitap, benim okuma aşkımı tekrar canlandıran eserlerden biri olarak kitaplığımda yer edindi. Umarım bunu size yansıtmakta bir nebze başarılı olmuş, sizlerin okuma aşkınızı tazeleyecek küçük bir kıvılcıma vesile olmuşumdur.
//
Blogdan ve yazıdan yeni haberim oldu.Ama iyi ki öğrendim.Kitabı çok merak ettim, kendime yeni yıl hediyesi olarak alacağım.Teşekkür ederim 🙂
//
Yorumun için ben teşekkür ederim 🙂 Okuduktan sonra görüşlerini öğrenmek isterim 🙂